İnsan En Çok Kendi Potansiyeline Borçlu Kalır
Her insan, iç dünyasında keşfedilmeyi bekleyen büyük bir potansiyel barındırır. Hayaller, hedefler ve küçük yaşlardan itibaren içinde büyüttüğü o ışık… Ancak, hayatın telaşı, rutinler ve dışarıdan gelen baskılar, çoğu zaman bu potansiyelin açığa çıkmasına engel olur. Peki, insan neden kendine borçlu kalır? Belki de kendisine verdiği sözleri, vaat ettiği hedefleri unuttuğundan.
Mesela, bir müzisyen düşünelim. Gençliğinde eline aldığı gitarla saatlerce melodiler yaratır, besteler yapar. Her tınıda, her notada bir umut, bir hayal vardır. Zaman geçtikçe, hayatın koşuşturması içinde gitarı bir köşeye bırakmış olsa da, o melodi ve tutku asla sönmez. Bir gün, bir sahneye çıktığında içindeki yangını yeniden alevlendirebilir. O notaların içinde kaybolan tutkuyu, hayalini, yarım kalan şarkılarını hatırlayarak tekrar yaratmaya başlar. İşte bu müzisyen, en çok kendi potansiyeline ve hayallerine borçludur; geçmişte bıraktığı melodileri yeniden hayata geçirebilir.
Bir de öğretmeni ele alalım. İlk gün, sınıfın kapısından içeri girdiğinde gözlerindeki o ışık, öğrencilerle paylaştığı heyecan, bilgiye duyduğu tutkuyla alev alev yanıyordur. Zamanla, sistemin zorlukları ve günlük işlerin yoğunluğu bu tutkuyu gölgede bırakabilir. Ama o öğretmen, bir gün öğrencilerinin başarılarını gördüğünde, onlara ilham verdiğini fark eder ve yeniden motive olur. O, geçmişteki o coşkusunu geri kazanır, yeni projeler geliştirir ve öğrencilere olan sevgisini tazeleyerek onların hayatında bir fark yaratır. Bu öğretmen, en çok kendi içindeki o inanç ve enerjiye borçludur; çünkü geleceğin aydınlık bireylerini yetiştirmek için yeniden harekete geçer.
Bir de eline stetoskopu ilk aldığında, insanlara yardım etme tutkusuyla yanıp tutuşan doktoru düşünelim. Tıp fakültesinde sabahladığı geceleri, İlk hayat kurtarış ve belki ilk ameliyatının heyecanını hatırlar. Ancak zamanla, hastane koridorlarının yoruculuğu, yoğun nöbetler ve sağlık sisteminin ona yüklediği angaryalar o heyecanı gölgede bırakabilir. Hastalarına karşı duyduğu o ilk şefkatli bakışı kaybettiğini hissettiğinde, ( ki inşAllah bu hiç yaşanmaz ) bir şeyler eksik kalmış gibi gelir. Oysa o doktor, en çok hastalara şifa dağıtma arzusuna, kendi vicdanına borçludur. Belki de yıllar önce, bir çocuğun gözlerindeki o şükran dolu bakışa.
Bir de emeklilik hayali kuranları düşünelim. Yıllarca çalışıp çabalayan, “Emekli olayım da hayallerimi gerçekleştireyim” diyen birini…
O emeklilik geldiğinde, hayallerin yerini koltukta geçen günler, diziler, gazeteler alır. Dünya turu, hobi atölyeleri ya da yazılmayı bekleyen kitaplar birer “Belki sonra ”ya dönüşür. Oysa gençken kendine söz vermişti, belki köyüne dönüp tarım yapacaktı, belki bir sahil kasabasında bir çay bahçesi açacaktı. Ama yıllar geçer, o hayaller hep ertelenir. İşte bu kişi de, emekliliğin getirdiği o özgürlükle kendine sunduğu fırsatlara, içindeki keşfetme ve üretme isteğine borçludur.
Kimi zaman da daha basit, günlük hayatta karşılaştığımız durumlar vardır. Mesela, spor yapmayı seven birini düşünelim. Bir zamanlar her sabah koşuya çıkan, vücudunun sınırlarını zorlamaktan zevk alan biri. Ama sonra, “Bugün hava kötü”, “Yarın başlarım” derken kendini günlerce, aylarca hareketsiz bulur. Oysa biliyoruz ki, içinde hâlâ o tempoya geri dönebilecek güç var. İşte bu kişi de, en çok kendi enerjisine, kendi bedenine borçludur.
Biliyor musun, bazen hayat öyle bir çark gibi döner ki, insan arada kaybolur gider. “Ah be, ben aslında neler yapardım, nerelere giderdim” der de, sonra bir bakarız ki o hayallerin üstü tozlanmış. İşte bu yüzden, kendi potansiyeline borçlu kalmak aslında kendine, geçmişte kurduğun o hayallere borçlanmak demek. Ama hâlâ vakit var; belki o çarkı yavaşlatıp, içimizdeki ışığı yeniden bulmanın zamanı gelmiştir.
Peki, sen kendi potansiyeline ne kadar borçlusun? Onu geri kazanmak için adım atmaya hazır mısın?
Haydi ama…
Muhabbetle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.