Koronavirüs salgını yüzünden ülkeler arasındaki gidiş gelişler durdurulunca önlemler bakımından sevinmiştik. Bu arada tedbirler ve yasaklar tüm dünyaya yayılırken inceden inceye Türkiye'ye gidememek sevdiklerimizi görememenin hasreti depreşmeye başladı. Her türlü maddi imkânımız var fakat Türkiye'ye gidemiyoruz. Gitmek için gerekli altyapı zinciri kırılmış, adeta yaşadığımız ülkede açık hava cezaevindeymiş gibi olduk. Yakınımız öldü, cenazesini gönderdik, fakat kendimiz gidemedik. Türkiye'de bir yakınınız vefat etti cenazesine gidemedik. Öyle bir hal ki ne acılı ne de sevinçli günde yakınlarının yanında olamamak esaretin en ağır bölümünü oluşturuyor. Yaşadığımız ülkelere Türk malları geldi fakat sağlıklı bir Türk’ün ülkesine gidebilmesi şu anda mümkün değil.
Yıllar önce Amerika'ya gidince bir an önce işimi bitirip dönmek istedim. Avrupa'dan Amerika'ya gitmeme rağmen çok bunaldım ve o zaman Avrupa'nın gurbet olmadığını esas gurbetin Amerika gibi ülkeler olduğunu gördüm. Uçak yoksa ülkene dönemeyeceğin bir ülke gurbettir. Şimdi Avrupa'da ilk kez gurbetin acı yüzünü yaşayarak gurbetin ve hasretin ne olduğunu tam olarak yaşadık.
Bizim yaşadığımız bu mecburi esaret, gün geçtikçe hasrete dönüşüyor. Türkiye'deki ana ve babanız "Ne zaman geleceksiniz? Özledik" sözleri ise içinizdeki burukluğu daha da derinleştiriyor. Post Gazetesi'nde yayınlanan ve en çok takip edilen haberlerin en çok ilgi göreni Türkiye uçuşlar ve kaldırılacak yasaklarla ilgili olduğunu görmemiz, halkımızın bizimle aynı düşüncede olduğunu göstermektedir. Herkes anavatana ulaşmak için sevindirici bir haber bekliyor.
Bin gün Türkiye'ye gidebileceğimizi bilmemize rağmen, ruhen huzursuz olduğumuzu anlatmaya gereke yok. Biz, süresi belli olan bir zaman içinde bu kadar vatan hasreti ve sahip olduğumuz teknolojiye rağmen yaşadığımız günleri esaret olarak değerlendirerek sızlanıyoruz. Bir de vatanından zorla koparılan esaret altında olan insanların halini düşünmek bile istemiyorum.
1937’de Stalin tarafından “Türk casusluğu ve Türklere yardım etme” suçlamasıyla, kurşuna dizilen Azerbaycan şairi Ahmet Cevat Hacıbeyli'nin yazdığı "Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına. Ahh ölmeden bir görseydim. Düşebilsem toprağına" dizeleri, bu günlerde bizim için daha da büyük önlem kazandı. Bu vesileyle Azerbaycan'dan gelerek milli mücadeleye katılarak birçok cephede Türk'ün anayurdunun bağımsızlığı için savaşan Şairimiz Ahmet Cevat Hacıbeyli’yi ve aşağıda dörtlüğünü paylaştığımız Asrımızın Dede Korkut'u olarak anılan Ozan Arif'in 12 Eylülden sonra yaşadığı sürgün yıllarını anlatan bir dörtlüğü de onun aziz hatırasına paylaşarak yazımıza son verelim ve her iki üstadımızı rahmetle yâd ediyoruz.
Arif bu hasretin yoktur ilacı
Ana, baba, kardeş, bir yanda bacı
Birinin hasreti birinden acı
Amma en acısı vatan hasreti.
Bu hasret ve düşüncelerle koronasız günler ve hayırlı ramazanlar dilerim.