Endüstri çağı buharlı mekanikle başlamıştı, motor teknolojisi 19. Yüzyılın sonunda endüstrileşmenin seyrini değiştirdi. Daha güçlü üretim ağları motor teknolojisinde bir adım öne çıkan Almanya’yı da özellikle güçlendirmişti. Yirminci yüzyılda teknoloji öylesine gelişmiştir ki henüz üç boyutlu yazıcıları görmemiş olan Heidegger gibi düşünürler teknoloji karşısında artık sanat eserinin biricikliğinden bahsedemeyeceğimizi söylediklerinde haksız değillerdi. Yüzyılın ikinci yarısı bilişim çağıydı. Bugün ise bilişim çağının bile iç dönüşüm geçirerek yapay zeka teknolojilerinin öne çıktığını görmekteyiz. Artık kod yazan yazılımcılara değil yapay zekayı inşa eden matematikçilere ve mühendislere ihtiyaç duymaktayız.
Teknolojinin dönüşümü eğitimi ve eğitimin hedeflerini de dönüştürdü. Cumhuriyet kurulduğunda ana hedef okuma yazma öğretmekti. Kalkınma hamleleri ise mühendisliği öne çıkarmaktaydı. Fakat küreselleşmeyle birlikte tüketim toplumuna evriliş ticareti özellikle de uluslararası ticareti ve finans sektörünü geliştirmişti. Yeni binyılın ilk yıllarında ortaya çıkan ekonomik krizler küresel olanın büyüsünü bozdu. Ekonomik krizle baş başa kalan her ülke sorununu küresel ve bölgesel örgütlerle değil kendi kendine çözmek zorunda kaldı. Ekonomik birlik kurmuş olan AB ülkeleri bile örgüt içinde iflasa sürüklenen ekonomilerle değil öncelikle kendi ekonomileriyle uğraştı. Pandeminin oluşturduğu sosyal ve ekonomik krizleri karşılamak için daha son ekonomik krizden çıkalı on yıl olmamıştı. Uluslararası sistemin krizlerinin sıklaşması ülkeleri güvenlik alanına yatırıma yönlendirdi. Dünyada ortaya çıkan ve çıkma potansiyeli yükselen çatışmalar ise güvenlik teknolojilerini artık vazgeçilmez kılmıştır.
Tekonolojiyi motive eden iki önemli alan vardır; Kalkınma ve Güvenlik. Cumhuriyetin ilk yüzyılını motive eden kalkınmaydı, ikinci yüzyılın odağında ise güvenlik bulunmaktadır. Hangisi olursa olsun ana odak teknolojidir ve teknolojiyi mümkün kılan da eğitim sistemidir. Daha 19. Yüzyılın başında II. Mahmut zamanında kabullenilmiş olan Batıdan teknolojik olarak geri kalmışlığın aşılması adına eğitime yatırım yapılmıştır. İlk kez ilkokul (Sıbyan Mektebi), ortaokul (Rüştiye), lise (İdadi) ve yüksekokul (Mekteb) yapısına dayalı dört aşamalı sistemin 19. Yüzyılda kurulduğunu görmekteyiz. Cumhuriyeti kuran kadro da bu sistemden mezun olmuş aydınlardan oluşmaktaydı. Fakat günümüzde teknoloji de değiştiğinden yeni eğitim sistemlerine ihtiyaç duymaktayız.
İsviçre’de Lehrplan 21 ile Türkiye’de Maarif Modeliyle yapılmak istenen yeni teknolojilere uyumlu öğrenciler yetiştirmektir. Eğitim içeriklerinde sadeleşme ve deneyime dayalı eğitime verilen ağırlık açısından her iki sistem de birbirine benzemektedir. İsviçre’nin baştan kabullenilmiş evrensel değerler sistemine karşın Türkiye’deki yeni modelin ayrıştığı en önemli nokta ise yerel değerler sistemi üzerine oturan ama evrensel düşünen bireyleri hedeflemesidir. Türkiye gibi çatışma alanlarının ortasındaki bir ülkenin kendi değer sistemlerine yaslanması moral motivasyon açısından oldukça önemli olduğu açıktır. Zira bir toplumun enerjisini ortaya çıkaran itki kendiliğini sembolize edenlerden oluşmaktadır. Ancak kendiliğinin sembollerinden güç alan toplumlar küresel medeniyetin inşasına katkı sunabilmektedir. Diğerleri ise sadece küresel tüketiciler olmaktadır.
Türkiye’de son yıllarda teknolojik eğitime yapılan yatırımlar meyvesini vermeye başlamıştır. Cumhuriyetin kalkınmacı yıllarında dışarıya eğitime gönderdiğimiz birçok öğrenci döndüğünde alanında çalışacak yer bulamamış ve eğitim aldığı ülkeye geri dönmüştür. Bugün ise yurtdışında eğitim alan öğrencilerin alanında çalışamayacağı imkânsızlıklar bulunmamaktadır. Bu nedenle yurtdışında eğitim alan öğrencilerin arasındaki yurda dönüş tartışması mezuniyetten hemen sonra mı yoksa kariyer sonrası mı dönüş olarak şekillenmektedir. Bir anlamda Türkiye’nin artan üretim kapasitesi, tartışmayı beş yıl mı on beş yıl mı tercihine indirgenmiştir. Türkiye açısından her iki durumun da ayrı ayrı yararlar barındırdığı açıktır.
On yıl önce bilişim ağlarını yakalayamayan ekonomiler geri kalmaya mahkûmdur denilmekteydi. Bugün ise bilişimi aşan nadir madenlere sahiplik, teknolojik savunma sistemleri ve her şeyden önemlisi yerli tarımsal üretim en stratejik alanlar olarak ele alınmaktadır. Ulaşım ve bilişim ağlarındaki gelişimini önemli bir seviyeye yükselten Türkiye’nin katma değeri yüksek ürünler üretimine odaklandığı görülmektedir. Eğitim sistemindeki değişim de bu tür odaklanmayı desteklemeyi hedeflemektedir. Diğer taraftan Avrupamerkezli değerler sisteminin önemli ölçüde yara aldığı küresel dünyada ancak kendi değerler sistemine güvenen ve yaslanan toplumların dünyaya alternatif sunma hakkı olacaktır.