Ünü ülke sınırlarını aşmış meşhur bir kanser hekimi olan Dr Halûk Nurbâki’nin hatıralarından birini aktarayım sizlere..
İbret ve de hüzün dolu bir hikâye..
Hikâye dediğime bakmayın, yaşanmış bir hâdise..
Değerli dostlarım;
Hayat denen bu değirmende her şey var.. Acı var, tatlı var.. Yar var, ağyar var.. Bazen de gülistan var.. Tabi bu koşuşturmada başımıza gelenler için bazen hayıflanırız bazen de seviniriz.. Lâkin neyin hayır, neyin şer, olduğunu biz bilemeyiz..
Kim bilir?..
Elbetteki Alemlerin Rabbi olan Hâlik-i Zülcelâl bilir..
Dönelim yazımıza..
Bakın ne anlatıyor rahmetli Halûk Nurbâki Hoca..
40 yıllık bir kanser uzmanı olarak sayısız olayla karşılaştım ve bunları, belgeleyerek özel bir arşiv yaptım.. Fakat, bunlardan biri var ki, beni fevkalâde müteessir etmişti..
1976 yılında yaşanmış bir olaydı bu, diyor ve devam ediyor..
Kanser hastanesinde Başhekimken, Serap adında genç bir hanım hastam vardı.. Serap, göğüs kanserine yakalanmıştı.. 0nu özel bir ilgiyle tedavi altına aldım..
Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm.. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık zamanı çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi.. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.. Fakat duydum ki Serap, bilet bulamamış ve otobüsle gitmiş.. Ve bindiği otobüsün kaza geçirmesi sebebiyle de, 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap, bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü yüzünden de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyordu ve söylediği her kelimeden sonra ağzını cihaza yapıştırarak nefes almak durumunda kalıyordu.. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak; Doktor Bey, ben size dargınım, dedi!. Ve devam etti; Siz dindar bir insanmışsınız, niçin bana Allah’ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?..
Serap’ta dini inançların zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karsısında doğrusu şaşırmıştım.. Ve onu üzmemeye de çalışarak; doktora ulaşmak kolaydır, parayı verdiğinde istediğine tedavi olursun, ancak imân tedavisi için gönülden istek duymalısın, dedim.
Konuşmaya mecâli olmadığından “ben o isteği duyuyorum” manasında başını salladı.. Bu teslimiyet içeren baş sallayıştan sonra artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın reçetesi olan imân derslerimiz başlamış ve son günlerini yasayan Serap için bu dersler adeta “hızlandırılmalı öğretime” dönmüştü.. Anlattığım imân hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu..
Vefatına bir hafta kala; “Doktor Bey, ben ölürken ne söylemeliyim?.” dedi..
Senin durumun çok özel, Kelime-i Şehâdet sana uzun gelir, o anı fark ettiğinde MUHAMMED(SAV) de, o sana yeter, dedim.. 0 haliyle tebessüm ederek yine başını salladı.. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve onu uyutmaya çalışıyordum. 0 arada, bir seyahat sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.. Dönüşümde annesi telefon ederek; “Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor, sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor” dedi.. Hemen eve gittim ve Serap’a, iğne yaptırmamasının sebebini sordum.. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum!. Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanırsam ve son nefesimde MUHAMMED(SAV) diyemezsem!.
Serap, bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti.. Hiç adetim olmadığı halde Cuma gününe rastlayan gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine olacak ki Salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim..
Ertesi gün ona; “hiç korkma, iğneyi vurdurabilirsin” dedim..
Serap, bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu; “Doktor Bey; Azrail bana nasıl görünecek?.”
Kızım dedim, o bir melek değil mi?. “Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir.”
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.. Ancak vefatına yetişememiştim!.. Ailesi perişandı.. Sadece, kendisine uzun müddet bakan bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek; “Doktor Bey, biliyor musunuz, evde biraz önce bir mucize yaşandı” dedi.. Ve devam etti; “Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve yataktan kalkması imkansız denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık.. Vefat etmeden önce de; söyleyin doktor beye, Azrail onun söylediğinden de güzelmiş, dedi.. Ve yatağında kelime-i şahâdet getirerek vefat etti..”
İşte değerli dostlar,
Serap’ın hikayesi böyle..
Bu anekdot, ömrünü, hastalarına şifa vermek için adamış, imânlı bir hekimin başından geçenlerin sadece bir tanesi..
Ne mutlu böyle hekimlere.. Ve ne mutlu, böyle hekimlere hasta olarak teslim olanlara.. Şu anda aramızda bulunmayan Halûk Nurbâki hocaya da rahmet diliyoruz.. Tabiki, son demlerinde Hakkı ve Hakikati bulan Serap’a da ayni dileklerimizi yolluyoruz..
Allah(cc), tüm hastalara şifâ ihsan eylesin, ölen yakınlarımıza da rahmetiyle muamele eylesin..
Yazımızı şâir-i azâm Cengiz Numanoğlu hocamızın anlamlı satırlarıyla bitirelim..
"Her gün son durakta, nice yolcular..
Kadın, erkek, çoluk çocuk, ihtiyar..
Kimisi gülümser, mes’ut, bahtiyar..
Kimi üzgün gider, farkında mısın?.."