Hayat, kimi zaman bizden daha fazlasını ister; daha hızlı koşmamızı, daha çok kazanmamızı, daha fazla görünür olmamızı… Kimi zaman ise bize yavaşlamamız, durmamız gerektiğini fısıldar; kendimize ve çevremize karşı biraz yavaşlamamız ve bunu saygı çerçevesinde sınırlamamız gerektiğini söyler.
İşte bu noktada saygı, edep ve adap gibi değerler devreye girer, kişisel sınırlarımızın nerede başladığını ve bittiğini bize hatırlatır.
Edep ve adap, toplumun bizden beklediği değil; bizim kendimize borç bildiğimiz bir inceliktir aslında. Örneğin, yolda yürürken yanınızdan hızla geçen biri size çarptığında dönüp “Özür dilerim” derse, bu yalnızca bir nezaket göstergesi değildir; kendine ve size saygısının da bir ifadesidir. Bir başkasının hakkına riayet etmek, ona ayırdığımız zamanın, ilgimizin ölçüsünü bilmek… Bu, yalnızca bir nezaket kuralı değil, insan olmanın gereğidir.
Ancak işin bir de kişisel sınırlar kısmı var ki, en çok ihmal edilen belki de bu. Çoğu zaman insanlar, “Biraz daha fazla verici olmalıyım,” diyerek kendi sınırlarını çiğnerler. Örneğin, bir arkadaşınız sizden sürekli yardım istiyorsa ve her seferinde ona ‘hayır’ demekte zorlanıyorsanız, bu noktada kendi sınırlarınızı korumak önemli hale gelir. Oysa ki, tıpkı su dolu bir bardağın taşabileceği gibi, insanın da taşıma kapasitesi sınırlıdır. Sınırlarını bilmeyen bir kişi, ne kadar edep ve adap sahibi olsa da, zamanla kendini tüketmeye başlar. Kimseye ‘hayır’ diyemeyen, herkese ‘evet’ demek zorunda kalan bir insan, gün gelir kendi sınırlarına saygı duymayı unutur.
Peki, sınırları aşmak mı yoksa onları bilmek mi daha kıymetli? Hayatın ritmi ve karmaşası içinde bu sorunun cevabı değişebilir. Ama şunu unutmamak gerek: Başkalarının sınırlarına riayet etmek ne kadar önemliyse, kendi sınırlarını korumak da bir o kadar mühimdir. Örneğin, bir aile üyesi özel hayatınıza dair sorular sorduğunda, ona ‘Bu konuda konuşmak istemiyorum’ diyebilmek, kendi sınırlarınızı belirlemenin bir yoludur. Çünkü kendimize olan saygımızı yitirdiğimizde, başkalarına gösterdiğimiz saygının da anlamı kalmaz.
Edep ve adap, her ne kadar toplum içinde birlikte yaşamayı mümkün kılsa da, kişisel sınırlarımızı çiğnememize sebep olmamalı. Başkalarına saygı gösterirken, kendi değerimize de sahip çıkmalıyız. Çünkü ‘değer’ dediğimiz şey, aslında kendi sınırlarımızı bilmek ve onlara saygı göstermekten geçer.
Sonuçta hayat, bir terazide ince ince tartılan borçlar gibi. Kimi borçlar cüzdana sığar, kimi borçlar ise yüreğe… Tıpkı iş hayatında, mesai saatleri dışında gelen e-posta bildirimlerine cevap vermek zorunda olmadığımız gibi, kendimize olan borcumuzu ödemeyi hatırlamalıyız. Çünkü kişisel sınırlarımız, bize olan borcumuzun en değerli kısmıdır. Başkalarına edep ve adapla yaklaşırken, kendimize de aynı incelikle davranmalıyız.
Aslında kendime demek istediklerim ve kendimle yüzleşmelerimi yazılarımda sizlerle paylaştığımı bir kez daha ifade etmek isterim dostlar.
Kendinize çok iyi bakın, kalın sağlıcakla.
Muhabbetle…