Pohpohlamanın Tuzakları: Kim Suçlu, Kim Masum?

Turgut Tunç

Toplum olarak, sanatçılara, siyasetçilere ve diğer ünlü figürlere büyük bir hayranlık besleriz. Onları birer ilham kaynağı, rehber olarak görürüz. Başarılarını kutlar, yeteneklerini över, yeri geldiğinde ise onları göklere çıkarırız. Ancak bu hayranlığımız, bazen abartılı bir hal alır. Bu figürleri pohpohlar, kusursuz olduklarına inanır ve öyle davranırız. Ancak zamanla bu pohpohlamanın getirdiği değişimleri fark ettiğimizde, kendimizi eleştiren tarafta buluruz. Peki, burada kim suçlu, kim masum?

*Sizi bizler var ettik.

Bir sanatçıyı düşünün. İlk çıkışını yaptığında, herkes onun yeteneğine hayrandı. Sesi, sahnedeki duruşu, özgün tarzı... Onu pohpohladık. Konserlerine koştuk, röportajlarını okuduk, sosyal medyada onun hakkında konuşmalar yaptık. Ancak zamanla bu sanatçı değişti. Kendi başarısının tadını çıkarmaya, eleştirileri dikkate almamaya başladı. Yaptığı
işler eskisi kadar etkileyici değildi ve biz onu eleştirmeye başladık. Artık o eski, mütevazı sanatçı gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti.

*Ulaşılmazlık nefret ve kin olarak dönebilir.

Bu noktada, toplumun pohpohlama alışkanlığının bir başka etkisini göz ardı etmemek gerekiyor. Pohpohladığımız, hayranlık beslediğimiz kişilere ulaşamadığımızda, ya da bir mesaj gönderdiğimizde cevap alamadığımızda, bu durum içimizde bir hayal kırıklığına dönüşebilir. Kısa sürede bu hayal kırıklığı, çekememezlik ve hatta nefret ve kine evrilebilir. Bu dönüşüm, pohpohlamanın ilk aşamasında beslediğimiz o olumlu duyguların tam tersi bir hale gelmesine neden olur. Başta övgülerle desteklediğimiz kişilere karşı artık daha sert ve yıkıcı eleştiriler yapmaya başlarız. Onları, beklentilerimize uymadıkları için adeta cezalandırırız.

Bir siyasetçiyi ele alalım. Seçimlerde halkın umudu olan, vaatleriyle herkesi kendine hayran bırakan bir lider. Onun için miting meydanlarını doldurduk, sesine kulak verdik. Ancak seçildikten sonra o da değişti. Verdiği sözleri tutmadı, halktan uzaklaştı. Biz ise bir zamanlar yücelttiğimiz bu lideri yerden yere vurmaya başladık.

Bu örneklerde suçlu kim? Pohpohlanan mı yoksa pohpohlayan mı? Aslında, her iki taraf da bu döngünün bir parçası. Pohpohlayan, bu figürleri sargı bezleriyle sarar; öyle ki, bir süre sonra bu bezlerin altında ne olduğunu unutmaya başlar. Figürler ise bu sarılmanın etkisiyle gerçeklikten kopar, kendilerini dokunulmaz sanmaya başlarlar. Sonrasında ise, erişimimiz kısıtlandığında veya beklentilerimiz karşılanmadığında, bu figürlere karşı duyduğumuz hayranlık, yerini kıskançlık ve öfkeye bırakır.

Ancak asıl sorun, bu döngünün sürekli tekrar etmesinde yatıyor. Toplum olarak birini yüceltirken, aynı zamanda onun insani zaaflarını da unutmamalıyız. İnsanı pohpohlamak, onu hatasız bir varlık gibi görmek, gerçekliğini kaybetmesine sebep olur. Pohpohlanan kişi, zamanla bu sahte gerçekliğe inanır ve değişir. Ulaşamadığımızda ya da beklediğimiz cevabı alamadığımızda yaşadığımız hayal kırıklığının, eleştirilerimizin dozunu artırmasına izin vermemeliyiz.

*Bu döngüden çıkmak mümkün mü?

Elbette. Öncelikle, hayranlık beslediğimiz kişilere insani bir çerçevede yaklaşmalı, onları gerçeklikten koparmamalıyız. Eleştirel düşünceyi kaybetmeden, ama aynı zamanda adil olmayı başararak, bu döngüyü kırabiliriz. Belki de suçlu ne pohpohlanan ne de pohpohlayan; suç, bu döngüde körü körüne yer alanların paylaştığı bir yanılsamada yatıyor.

Vicdanımız, yoldaşımız olsun.
Muhabbetle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.