Bu sohbetimizdeki temamız öfke.. Yaşarken öleceğini bilen tek varlık insanındır. Buna rağmen aynı insan, kâlp kırar, can sıkar, gönül yıkar.. O da yetmez, kötülük yapar.. Üstelik, de hiç ölmeyecekmış gibi ve de hiç umursamadan!.. İnsanları tanışırken değil, tartışırken tanırsınız.. Çünkü tartışmanın devamında oluşan öfke, küllemiş duyguları ve gizlenmiş kişiliği ortaya çıkarır.. Yine öfke, öyle bir zehirdir ki, yapılan onca güzellikleri, onca hamiyetli anları ve onca naif yaşanmışları, unutturur, gider.. Nankörlüğe zemin hazırlar..
Bir misâl daha verecek olursak, öfke sert esen rüzgâra benzer.. Bir süre sonra belki diner, ama bir çok dal kırılmıştır.. Ve kırılan o dallar, bir daha eski haline gelmez.. Tabii kişi, öfkeli bir anında sinirine yenilebilir, kendisinin haklı olduğunu ifade edebilmek için, hele de hırsı aklının önüne geçmişse ve doğuştan da iz'ani azsa, terbiye dışı tavırlar sergileyebilir.. Makulü arayan, düşünceyi üstün tutan ve akıl denen nimetten gereğince faydalanıp, insanlar ise asla kaba hâllere başvurmazlar, çünkü bunu zekâlarına hakaret olarak görürler.. Muazzez Peygamberimiz Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem); "Müslüman, kırmayan, incitmeyen, konuşacağı sözü tartan, temiz şeyler yiyen, temiz giyinen ve temiz işler ortaya koyandır" diye buyurmuşlardır..
Netice-i kelâm; susmak, bazen asâlet, bazen de nezâkettir.. İncitmekten korkuyorsanız ve incitilmekten de çekiniyorsanız eğer, işte o zaman susmak, ebedî bir zarâfettir.. Yazımızı Allah dostlarından, Sâdık Solakzâde merhumun bir sözüyle bitirelim.. "Kelâmın fidde ise, sükûtun olsun zeheb.. Kemâl ehli, kemâlâti, sükût ile buldu hep.."