Bir varlık ki âlemleri aşar,
Zehir midir, panzehir midir; kim bilir?
Bazen mihnetle sınanır, bazen minnetle yücelir.
Bir gün yar olur, sarar yaralarını,
Bir gün ağyar olur, açar en derin yaralarını.
İnsanoğlu… Yolu uzun, yükü ağır.
Vefâ mıdır gerçekten, yoksa cefâ mı?
Sevinçten mi var edilmiştir, yoksa hüznün ta kendisi midir?
Hangi anı onu tanımlamaya yeter ki?
Bir bakarsınız, bostandır; bereketiyle hayat sunar.
Bir bakarsınız, gülüstandır; güzellik ve huzur vaat eder.
Ama işte, bir de ezâ vardır, sefâ vardır;
Sevgiyle yoğrulur ama hüznü de beraberinde taşır.
Kul Kime Kul?
İnsanoğlu, gerçekten Allah’ın kulu mudur?
Yoksa diğer kulların kulu olmaya mı meyillidir?
İradesiyle yücelirken, nefsine yenik düşüp zincirlere bağlanır.
Özgürlüğü avuçlarında tutan,
Ama o özgürlüğü kendi elleriyle yakan bir ateş midir?
Sahi, nedir bu insan?
Aşk mıdır yoksa aşksızlıktan kıvranan bir yalnızlık mı?
Hüsnün aynası mı, hüsranın yansıması mı?
Çözebilene Aşk Olsun
İnsanoğlu, bilinmez bir sırdır.
Kimi zaman kendini bulur, kimi zaman kaybolur.
Kimine yoldaş olur, kimine yolundan taş.
Kimi zaman Allah’a yaklaşır, kimi zaman kendi nefsine esir düşer.
Ve biz, çözebilmek için çabaladıkça
O sır gittikçe derinleşir, derinleştikçe büyür.
O zaman aşkla bakmalı bu varlığa.
Sevgisiyle, hatasıyla, çelişkileriyle insanoğlu,
Kendi yolunu arayan bir yolcudur.
“Nedir bu insanoğlu?” diye sorarız ya hani,
Aslında bu soru, insanın kendini çözme çabasıdır.
Ve bu çözüm; ancak aşkla, sabırla ve hikmetle mümkün olur.”
Vesselâm.