Kasap, manav ve ressam, aynı mahallede oturuyorlardı. Ressam, ortalıkta pek gözükemeyen, enteresan bir adamdı. Kılığı kıyafeti, envai çeşit yüzüğü, at kuyruğu saçı ve monsönr sakalıyla aykırı bir tipti. Mahalleli de kendisini fazla sevmezdi.
Manav ile kasap da iyi insanlardı. Ressamın aksine halkla iç içeydiler, güleryüzlüydüler ve mahalledeki orta halliler dahil olmak üzere, özellikle dar gelirlilere sık sık et, meyve sebze verirlerdi. Üstelik bunları ücretsiz dağıtırlardı. Mahalleli bu hamiyetli durum için manava da, kasaba da dua eder dururdu.
Bir gün ressamın vefat ettiği duyuldu mahallede. Fakat, mahalleli bu habere pek üzülmedi. Hatta, "Suratsızın biriydi, insanlara ne faydası vardı ki?" diye söylenenler bile oldu.
Derken, bir müddet sonra mahallede yaşayan sâkinlere yapılan ikram bir anda kesildi. Kasaptan et, manavdan meyve sebze gelmemeye başladı. Ikrama alışmış olan insanlar kasap ve manava gidip bunun sebebini sordular. Aldıkları anlam dolu cevap işin gerçeğini ortaya çıkardı.
Manav ve kasabın mahallelilere dağıttığı etin, meyvenin, sebzenin parasını yıllardır ressam ödüyordu. Ve bu durumun kimse tarafından bilinmesini istemiyordu. Hamiyetli ve cömert ressam, vefat edince ikram da böylece durmuştu.
Durumu öğrenen mahalleli de ressam için takındıkları tavırlardan dolayı mahcup oldu, utandılar.
Netice-i kelâm; bu kıssadan alınacak hisse kişinin günahından haberiniz olur, ama tövbesinden ve kalp zenginliğinden, gönül ganiliğinden haberiniz olmaz. Boşu boşuna sû-i zan da bulunup günahe girersiniz. İnsanların görünüşü, sizi, bizi, hepimizi aldatabilir. Kimin ne olduğundan haberiniz dahi olmayabilir. Ancak, kimin mertebesinin ne olacağını sadece ve sadece âlemlerin Rabb'i olan Hz. Allah bilir.