Avrupa’nın kimlik sahibi ve zengin bir seçkiye sahip film festivali Locarno, ilk hafta sonunda ünlü isimleri ve popüler filmleri ağırlamanın yanı sıra sinema endüstrisinin güçlü katılımıyla hareketli günler geçiriyor. Diğer yandan retrospektif programı ve yarışma keşifler ve sürprizler barındırıyor.
Önceki gün festivalin 8 bin kişilik açık hava sineması Piazza Grande, seçkinin en popüler filmini ağırladı. ‘Jason Bourne’ serisinin dördüncü filmi Paul Greengrass imzalı ‘Jason Bourne’.
Matt Damon’ın canlandırdığı ajanın kimliğini bulma serüveninin dördüncü halkasını açık havada izlemek isteyenler 8 bin kişilik alanına bile sığmadı.
Aynı anlarda, eskiden festivalin ana salonu olan ve kendine özgü atmosferiyle çoğu Locarno takipçisinin gözdesi Ex-Rex’te İsviçre sinemasının gizli cevheri ‘Geschichte der Nacht’ (Gecenin Hikâyesi) yenilenmiş kopyasıyla izleyiciyle buluşuyordu. Clemens Klopfenstein’ın yönettiği 1979 yapımı filmin 16 mm’den dijitale yenilenerek aktarılmasının zorluklarını Locarno’nun eski direktörü, şu an ise İsviçre Sinematek’i yöneten Frédéric Mair anlattı.
Hüzünlü kent
En önemli İsviçre filmleri arasında gösterilen ‘Geschichte der Nacht’, çeşitli şehirlerin gece çekilmiş görüntülerinin insanlar olmadığında soğuk, insanlar olduğunda ise canlanmış hallerini, yönetmeni Klopfenstein’ın ressam kimliğinin etkisiyle olağanüstü kadrajlarla izlediğimiz, ışık kullanımı ve yarattığı atmosferin gücüyle takdiri hak eden avangart bir belgesel.
Filmin açılış jeneriğinde çalınan Mevlevi ayini, Clemens Klopfenstein’ın özgün bakışının İstanbul’a uğrayacağının sinyallerini veriyordu. Nitekim, birçok şehirde gezinen kamera, filmin sonlarına doğru bir sokak köpeğinin kaşındığı bir görüntüyle İstanbul’a da geldi ve uzun bir süre burada kaldı. Sirkeci Garı’ndan Mısır Çarşısı’na ve yaşam dolu kahvehanelere uzandı. Kaybolmuş bir dönemin hüzünlü gözüken İstanbul’unun İsviçre’nin restore edilmese kaybolacak avangart cevherinde gizlendiği anlaşıldı.
‘Sesimden rahatsız oluyorum’
Önceki gün, Locarno izleyicisinin büyük bir coşkuyla karşıladığı konuk, sinema kariyeri müzik kariyerinin gerisinde kalsa da oyunculuğunun hakkı teslim edilen Jane Birkin’di. Başrolünde yer aldığı ‘La fille prodigue’in (1981) gösterimine katılan Birkin, esprili, mütevazı ve açık sözlüydü. Eski filmlerini kendi sesinden rahatsız olduğu için izlemediğini paylaştı: “5, bilemedin 15 dakika dayanabiliyorum. Çünkü sadece kendimin yüksek ve tiz bulduğum sesini duyuyorum. Sessiz olduğum sahneler bir derece katlanılabilir.”
Müzik kariyeri devam ederken oyunculuk tekliflerini kabul etmesinde ise o dönem birlikte olduğu Serge Gainsbourg’u düet yaptığı Brigitte Bardot’dan kıskanmasının ve Bardot’yla rekabet etme isteğinin etkili olduğunu anlattı.
Nil Kural / Locarno / Milliyet