Son zamanlarda İsviçre’de imamların vaaz konusu hem siyasilerin hem de medyanın gündeminde yer almaya başlaması pek hayra alamet gibi gözükmüyor.
Ülkedeki radikalliği Müslüman din adamlarının cemaatin anlayacağı dilde vaaz vermelerine bağlayan bazı siyasiler, Federal Meclis’e imamların ülkenin resmi dilinde vaaz vermeleri konusunda yasa teklifinde bile bulundular.
Zürih’te bir Yahudi vatandaşın bıçaklı saldırıya maruz kalmasını gerekçe göstererek camilerde vaaz veren din adamlarının radikalizmi körüklediği dillendirilerek, özellikle camileri ve din adamlarını töhmet altına alınmak isteniyor.
Müslümanları tanımayan, İslamiyet’i bilmeyen önyargılı yaklaşımlar sergileyen siyasiler, İsviçre’deki 550 bin Müslümanı ötekileştirmek istiyor. Federal Meclis’e sunulan bu tasarı 2016 yılında olduğu gibi kabul görmeyecek fakat camilere, Müslüman din adamlarına dönük bu yaklaşım, Yahudi vatandaşa yapılan bıçaklı saldırıda bulunan radikal saldırgan kadar tehlikelidir.
İmamların ülkenin dilini konuşmaları, farklı dillere mensup Müslümanların anlayacağı ortak lisansa vaaz vermeleri doğru bir yaklaşım olabilir. Fakat kanunla imamların vaazlarının ülkenin resmi dilinde istemek ırkçılık kokuyor. İmamlar için istenen bu dil mecburiyeti acaba başka dinler için de istenebilecekler mi?
Bu yaklaşım anadilde ifade özgürlüğüne müdahaledir. Dine tebliğ ile sınırlama getirmek olur. Kiliselere, sinagog ve diğer dinlere mensup mabetlerdeki vaazlar söz konusu olmazken camiler ve Müslümanlara dönük bu beyhude çalışma çifte standarttır. Müslümanları suçlamaktır. Eşitlik ilkesine aykırı bir yaklaşımdır.
İslamiyet, şiddeti ret eden, barış ve huzuru emreden bir dindir. Saldırganlık her dinde suçludur. Mensup olduğu dini yönüyle ön plana çıkarılması toplumun huzurunu bozar. Saldırgan Hristiyan veya başka bir din mensubu olsa böyle bir yaklaşım sergilenmeyeceği gayet açıktır. Yarım asırdan beri İsviçre’nin kalkınması için alın teri dökerek katkı veren yarım milyonu aşkın Müslüman’ı suçlayıcı girişimler, ülkenin huzurunu bozar.
Yapılan saldırı kabul edilebilir bir durum değildir. Kim olursa olsun hak ettiği cezaya çarptırılmalıdır. Bu tür ferdi olayları bahane ederek Müslüman düşmanlığı yapmak çok tehlikeli bir tavırdır. Müslüman kuruluşların bu gibi durumlarda ortak hareket etmek için hemen birlik altında birleşmeleri lazımdır.
İsviçre’deki Müslümanlar ülke nüfusunun yüzde 6’sına yakın bir bölümünü oluşturuyor. İsviçre’de ilk cami 1963 senesinde Zürih’te açıldı. 61 yıl sonra bu sayı 250’nin üzerine çıkmışsa İslam’ın yarım asırda ülkedeki konumunun boyutunu göstermeye yetiyor.
Her ne kadar İsviçre’de yaşayan Müslümanların büyük bir bölümünü Balkan kökenli soydaş ve dindaşlarımızdan oluşsa da, Türkler her zaman Müslüman topluluklar arasında ağabey ve öncü olarak görüldüğü için Müslümanları ilgilendiren bu tür konularda da Müslüman Türkler ön plana çıkarak gerekli girişimlerde bulunmalıdır. İsviçre’de yaşayan 120 bin Türk vatandaşının 50 bine yakını çifte vatandaştır. Yani öyle veya böyle 50 bin oy potansiyelimiz var ve bu rakam hiç bir siyasi parti tarafından küçümsenemez.
Bu rakamlara Balkan kökenli soydaş ve dindaşlarımız da eklenince ciddi bir siyasi ağırlığımız var.
Bu siyasi ağırlığımızı her parti bilmeli ve bizimle ilgili veya bizi ilgilendiren konularda bizden bilgi almalı ve birlikte çalışmayı teklif etmelidir. İmamları Almanca vaaz vermeleri, Müslüman iş insanlarından alınan kilise vergisinin kaldırılması ve İsviçre de imam yetiştirmek, helal kesim yapmak ve din eğitimi gibi çözüm bekleyen konularımız bulunuyor.