GÖRÜŞ - AB terör yasaları ne derece işlevsel?

Üye ülkelerin ulusal mekanizmalarının işleyişine binaen, AB'nin terörizmle mücadelede henüz arzulanan bir harmoni tablosu yakalayamadığını söylemek mümkün.

Devletlerin terörizmle mücadele politikaları ve modelleri çeşitlilik arz ediyor. "Terörizm"in herkesçe kabul edilmiş ortak bir tanımı yok. Bu vaziyetin en bariz göstergesi bir ülke tarafından terörist ilan edilen bir kişinin, diğer bir ülke tarafından "özgürlük savaşçısı" addedilebilmesi ki, günümüzde bu kavram "direnişçi", "ayaklanmacı" ve hatta "aktivist" gibi nitelendirilebiliyor. Dolayısıyla devletlerin "terör suçu" ve "anti-terörizm faaliyetleri" kapsamında sergiledikleri yaklaşım farklılıkları nedeniyle cezai müeyyideler aynı kriter ve standartlarda uygulanmıyor.

Terörizmle mücadelede uluslararası örgütler

Söz konusu ayrışmalara rağmen, terörizmle mücadelenin farklı boyutlarını kapsayıcı şekilde ele almak suretiyle tek evrensel örgüt statüsünde merkezi bir rol üstlenen Birleşmiş Milletlerin (BM) yanı sıra, Avrupa'nın terörizmle mücadelede "ortak standart" yakalamak adına önemli adımlar attığının altı çizilmeli. Bu bağlamda Avrupa bölgesinde terörizmle mücadelede rol üstlenen Avrupa Konseyi (AK), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) olmak üzere 3 hükümetler arası örgüt mevcut. Bu teşkilatların "terörizmle mücadele enstrümanları" müstakil başlıklar arz etmekle beraber, genel hatlarıyla birbirlerini destekleyip bütünlüyor.

AGİT'in temel hedeflerinden birisi terörle mücadelede kamu, özel, hükümet, hükümetler arası, sivil toplum ve medya paydaşları dahil olmak üzere her düzeyde işbirlikçi ve koordineli bir yaklaşımı teşvik etmek. Bu minvalde "AGİT Bakanlar Konseyi" ile "AGİT Daimi Konseyi" 2001 yılı itibarıyla 21. yüzyılda güvenlik ve istikrara yöneltilen tehditler, terörizmle mücadele, terörizmin önlenmesi, radikalleşme, aşırıcılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, yabancı terörist savaşçılar, terörizme karşı uluslararası yasal-hukuki çerçevenin desteklenmesi ve teşvik edilmesi, BM'nin küresel karşı-terörizm stratejisinin desteklenmesi gibi birçok karara imza attı.

Terörizmle mücadelede ortaya çıkan görüş ayrılıkları hasebiyle Türkiye politik ve operasyonel pozisyonuna dair haklılığını uluslararası topluma duyurmanın ötesinde, somut işbirliği tesis etmek ve daha etkin mekanizmaları devreye koymak adına büyük çaba sarf ediyor. Dolayısıyla Türkiye, İsveç'ten sözde "demokrasi", "insan hakları" ve "hukukun üstünlüğüne" referansla terör unsurlarına sınırsız özgürlük sahası tanımamasını talep ediyor.

Avrupa Konseyi tarafından alınan bir dizi önemli karar ise şu şekildedir: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin uluslararası terörizmle mücadeleye ilişkin 12 Eylül 2001 tarihli deklarasyonu; Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi (2007); Suç Gelirlerinin Aklanması, Araştırılması, El Konulması, Müsaderesi ve Terörizmin Finansmanı Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi-Varşova Sözleşmesi (2008); Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Şiddete Varan Aşırıcılık ve Terörizme Yol Açan Radikalleşmeyle Mücadeleye İlişkin Eylem Planı (2015); Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi'ne Ek Protokol (2017).

Kuşkusuz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 1267 ve 1373 sayılı kararları dahil BM'nin haricinde AK ve AGİT gibi örgütlerin karar metinleri ve uygulamaları, üye devletlerin gerek münferit gerekse müşterek biçimde terörizmle mücadele etmelerini sağlayan evrensel hukuki bir çerçevenin kabulü açısından büyük ehemmiyet taşıyor. Bu minvalde devletlerin cezai prosedürler hususunda kabul ve uyumları kadar, terörizme yönelik önleyici ve ön alıcı tedbirler konusunda da ortaklık geliştirmeleri ve bu ortaklığı operasyonel kılmaları elzem.

11 Eylül sonrası AB'nin teröre yaklaşımı

Mevzuyu AB özelinde incelediğimizde, üye ülkelerin özellikle 11 Eylül terör saldırıları sonrasında daha farklı bir tutum sergiledikleri gözlemleniyor. 11 Eylül öncesi AB ülkeleri terörizmi, devletlerin ulusal egemenlik alanlarını ilgilendiren bir "iç güvenlik" sorunu olarak görüyor ve buna yönelik ulusal ceza kurumları arası bilgi paylaşımı ve benzeri politikalar üretiyordu. Saldırı sonrası çeşitli Avrupa ülkelerinde meydana gelen terör saldırılarını müteakip daha kapsamlı bir mücadele anlayışı hakim oldu.

"AGİT Bakanlar Konseyi" ile "AGİT Daimi Konseyi" 2001 yılı itibarıyla 21. yüzyılda güvenlik ve istikrara yöneltilen tehditler, terörizmle mücadele, terörizmin önlenmesi, radikalleşme, aşırıcılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, yabancı terörist savaşçılar, terörizme karşı uluslararası yasal-hukuki çerçevenin desteklenmesi ve teşvik edilmesi, BM'nin küresel karşı-terörizm stratejisinin desteklenmesi gibi birçok karara imza attı.

Örneğin AB'nin terörizmle mücadelesinde en önemli unsurlardan birisi olan Avrupa Birliği Polis Teşkilatı Europol'ün görev alanları 2001 yılı itibarıyla her türlü suçu kapsayacak şekilde genişletildi. Keza 11 Eylül sonrasında kabul edilen "Terörizmle Mücadele Eylem Planı" ile birlikte terörizmle mücadelenin artık Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası (ODGP) kapsamına alınması söz konusu oldu. İlerleyen süre zarfında ise terörizmle mücadelenin askeri misyonlar kapsamında kıymetlendirilebileceği hükmü Lizbon Antlaşması'nın unsurlarından birisini teşkil etti. Bu minvalde üye ülkeler, gerek terör suçları gerekse terörizmle mücadelede kullanılacak araç ve yöntemler konusunda giderek daha fazla uzlaşı sergiledi. Öte yandan 11 Eylül, Madrid ve Londra saldırıları, Arap Baharı, DEAŞ gibi faktörlerin etkisiyle AB'nin terörizmle mücadelede radikalleşmeye ve aşırıcılıkla mücadeleye daha fazla odaklanması söz konusu oldu. Lakin bu durum, her daim demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları vurgusu yapan AB'nin İslamofobi, zenofobi ve ırkçılık kaynaklı terörle mücadele politikaları benimsediğine dair birtakım eleştiri ve tartışmaları kaçınılmaz kıldı.

Genel itibarıyla bakıldığında AB'nin terörizmle mücadelesini belirleyen ve yönlendiren metinlere örnek olarak Terörizmle Mücadeleye İlişkin Özel Tedbirlerin Uygulamasına Dair Ortak Tutum (2001/931/CFSP), Terörle mücadeleye ilişkin 13 Haziran 2002 tarihli ve 2002/475/JHA sayılı Konsey Çerçeve Kararı; 30 Kasım 2005 tarihli AB'nin Terörizmle Mücadele Stratejisi (Önleme, Koruma, İzleme ve Karşılık Verme olarak belirlenen dört temel strateji); 2009 Avrupa Birliği Konseyi Kararı (Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer-CBRD güvenliği güçlendirmeye yönelik AB Eylem Planı) ile 19 Mayıs 2014 tarihli Radikalleşme ve Terörizme Eleman Devşirilmesi ile Mücadele için Yenilenmiş AB Stratejisi'ni (9956/14) ve 2015'te yayımlanan Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi Direktifi (2002/475/JHA ve 2005/671/JHA kararlarının değiştirilmesi) gösterilebilir.

Mevzubahis kararlar ve eylem planları, AB için tam ve mutlak manasıyla ulus üstü yetkilerin tanındığı bir "bütünleşme" alanını temsil etmemekle birlikte üye ülkelerin giderek daha fazla işbirliği yapma ve eşgüdüm yakalama çabalarının bir tezahürü mahiyetinde. Dolayısıyla bir taraftan terörizmin sınır aşan boyutu dikkate alındığında, hukuki-yasal düzenlemelerle kurumsal başarılar elde edilirken diğer taraftan meselenin tehdit önceliği, finansmanı, sorumluluğu, işleyişi, iç siyasi dinamikler gibi hususlarda yaşanan uzlaşmazlıklar hasebiyle münferit mücadele politikalarında ayrışmalar gözlemleniyor. Daha yalın ve net bir ifadeyle üye ülkelerin ulusal mekanizmalarının işleyişine binaen, AB'nin terörizmle mücadelede henüz arzulanan bir harmoni tablosu yakalayamadığını söylemek mümkün.

Mevzuyu AB özelinde incelediğimizde, üye ülkelerin özellikle 11 Eylül terör saldırıları sonrasında daha farklı bir tutum sergiledikleri gözlemleniyor. 11 Eylül öncesi AB ülkeleri terörizmi, devletlerin ulusal egemenlik alanlarını ilgilendiren bir "iç güvenlik" sorunu olarak görüyor ve buna yönelik ulusal ceza kurumları arası bilgi paylaşımı ve benzeri politikalar üretiyordu. Saldırı sonrası çeşitli Avrupa ülkelerinde meydana gelen terör saldırılarını müteakip daha kapsamlı bir mücadele anlayışı hakim oldu.

İsveç'in ihlalleri

Bu durumun en bariz örneklerinden birisi, İsveç'in 3 Mayıs'ta yaptığı anayasal değişikliği müteakip haziran ayında yürürlüğe giren yeni terörizmle mücadele yasasının AB tarafından yeniden gözden geçirilecek olması. Türkiye bu yeni mücadele yasasını İsveç'in NATO üyeliğini kabul etmek için bir ön şart olarak koymuştu. Fakat İsveç'in terörle mücadele karnesi AB'nin son yıllarda eleştirdiği mevzular arasında. Zira AB'nin yayımladığı direktifler ve stratejiler, esasında üye devletlerin benimsemesi ve takip etmesi gereken yönergeler. Bu kapsamda, AB'nin terörle mücadele ajandasının önemli bir ayağını Birlik nezdinde alınan kuralların üye ülkeler tarafından 2018 Eylül ayına kadar ulusal mevzuat ve yasalara aktarılması ve uygulanması oluşturuyor. Ancak AB Komisyonu 2021 Kasım ayında İsveç hükümetine yaptığı resmi bildirimde İsveç'in AB kurallarını ihlal ettiğini ve belirtilen hususların İsveç yasalarına uygun şekilde aktarılmadığını açıkladı. İsveç'in, AB'nin terörizmle mücadele stratejisinde kullandığı normları karşılayamadığı; örneğin İsveç'in DEAŞ gibi terör örgütlerine katılanları cezalandırmaya yetecek kadar katı yasaları uygulamadığı dile getirildi. Bu örnek, AB mevzuatı ile üye ülkelerin ulusal yasaları arasındaki uyumun yakalanmasındaki sorunları kanıtlar mahiyette.

Bu nedenle on yıllardır PKK, DHKP-C, ASALA, El Kaide, DEAŞ, FETÖ gibi muhtelif terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye, 1952 yılından beri üye olduğu NATO ile 2005 yılında resmi katılım müzakerelerine başladığı AB devletlerinin bazılarını "doğrudan" yahut "dolaylı" olarak terörizme destek vermekle suçluyor. Bu bağlamda kimi devletler, Türkiye'nin terör örgütü olarak nitelendirdiği yapılara doğrudan barınma, eğitim, silah ve finansman desteği sağlarken kimileri ise fon toplama, medya organlarıyla propaganda faaliyetleri yürütme, dernek vakıf ve benzeri kuruluşlar vasıtasıyla uluslararası kamuoyunda meşruiyet ve taban kazanma, bilahare siyasallaşma süreçleri için imkan ve fırsat sunuyor.

Bunun da ötesinde Ankara'nın bazı Batılı müttefikleri, Türkiye'nin ilan ettiği terör örgütü elebaşlarına, terör faillerine, hamilerine ve finansörlerine serbestçe dolaşım hakkı vererek koruyup gözetiyor. Terörizmle mücadelede ortaya çıkan görüş ayrılıkları hasebiyle Türkiye politik ve operasyonel pozisyonuna dair haklılığını uluslararası topluma duyurmanın ötesinde, somut işbirliği tesis etmek ve daha etkin mekanizmaları devreye koymak adına büyük çaba sarf ediyor. Dolayısıyla Türkiye, İsveç'ten sözde "demokrasi", "insan hakları" ve "hukukun üstünlüğüne" referansla terör unsurlarına sınırsız özgürlük sahası tanımamasını talep ediyor. İsveç'in AB'nin terör örgütü listesinde yer alan PKK başta olmak üzere PKK'nın yurt dışındaki diğer uzantılarıyla ve FETÖ'yle samimi bir terörizmle mücadele politikasını işlevsel kılması büyük önem arz ediyor.

[Doç. Dr. Merve Seren Yeşiltaş, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi]

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Avrupa Haberleri