İsviçre ile ikili ilişkiler 1899-1900 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Brüksel’deki Elçisinin İsviçre nezdinde görevlendirilmesi ile başlamıştır. 1908-1915 yılları arasında İsviçre’ye Osmanlı Elçisi akredite edilmemiştir. 1915 yılından itibaren ise Bern’de mukim bir Osmanlı Elçisi görev yapmaya başlamıştır. 1 Kasım 1922 tarihinden itibaren Bern’deki Elçilik TBMM Hükümetine bağlanmıştır. Elçilik faaliyetleri, Cumhuriyetin ilanından sonra Maslahatgüzar seviyesinde yürütülmüştür. Cumhuriyet dönemindeki ilk Elçi Mehmet Münir bey güven mektubunu 1 Ekim 1925 tarihinde sunmuştur. 19 Eylül 1925 yılında İsviçre ile Türkiye arasında “Dostluk Anlaşması” imzalanmıştır. İsviçre ise ülkemizdeki ilk temsilciliğini (Elçilik) 1925 yılında İstanbul’da açmış, ilk diplomatik temsilcisi güven mektubunu Atatürk’e 1928 yılında sunmuş, Elçilik, 1934 yılında İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış ve 1957 yılında Büyükelçilik olmuştur.
İsviçre önemli tabii kaynakları olmayan oldukça küçük bir ülke. Başlıca kaynakları geçmişte olduğu gibi bugün de yüksek kaliteli iş gücü, rekabetçi üniversiteleri, araştırma ve geliştirme (ARGE) ülkesi olma gerçeği! Son derece ihracat odaklı bir ülke, yüksek katma değerli ürün ve hizmet ihracatında çok güçlü. Bunlar Türk yatırımcısının ilgisini çekebilir. Ürün çeşitleri Türk işadamları ve işkadınları için bir ilham kaynağı olmalıdır. Tıp teknolojisi, biyoteknoloji ve nanoteknoloji alanlarında çok güçlü bir Ülke. Türkiye gibi son yıllarda büyüyen ekonomilerde bunlar birlikte çalışılacak ortak alanlar olabilir. İsviçre ile Türkiye’nin ticari konularda birçok ortak proje potansiyelinin olduğu kanaatindeyim ve bu alanda gelişmesini çok isterim. Türkiye coğrafi olarak Kafkaslara, Asya’ya, Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya açılan bir kapı konumunda. Aynı özellikler isviçre için de geçerli, İsviçre Avrupa’nın tam ortasında olmakla beraber, Almanya, Avusturya, İtalya ve Fransa gibi büyük ülkelere komşu olan bir ülke.
2021 verilerine göre, Türkiye İsviçre arasında ihracat 1,3 Milyar Dolar, İthalat ise 3 Milyar Dolar seviyesinde. İsviçre’nin Türkiyeye yaptığı yatırımların toplamı 3,5 Milyar Dolar ve Türkiye’nin isviçreye yaptığı yatım 1,5 Milyar Dolar. Potansiyelin çok daha büyük olduğunu İsviçre’yi ve Türkiye’yi yakından tanıyan herkes bilir. İsviçrenin en büyük ticari ortakları sıralaması Almanya, ABD, Birleşik Krallık, Çin, Fransa ve İtalya dır. Türkiye ise bu sıralamada 22. sıradadır.
İsviçreli ve Türkiyeli yatırımcılara, Türkiye’nin ve İsviçre’nin coğrafi özellikleri ve yapılacak yatırım imkanları ile ilgili sunumlar yapılarak iyi anlatılmasının çok önemli olduğu düşünüyorum. İsviçre siyasetinde aktif olan bizlerin, seçildiğimiz bölgelerde olan sorumluluklarımız var bunları elbette aksatmadan yerine getirmemiz gerekiyor. Onun dışında bir de iki ülkenin birbirini daha iyi tanıması gibi bir sorumluluğumuz var. Biz, yerel siyasette aktif olanlar aynı zamanda Türkiye ve İsviçre arasında köprüyüz. Bizim rolümüzün siyaset, kültür ve ekonomik alanlarda iki ülkenin birbirini daha iyi tanımasına yardımcı olmaktadır. Türkiye’nin ve İsviçre’nin bölgelerindeki stratejik rolünden yatırımcıların haberdar olmasının sağlanması gerekmektedir. Anavatanım Türkiye ve memleketim isviçre. İsviçre’de milletvekili olan biri olarak 2016’da Almanca ve Türkçe yapmış olduğum bir seçim vaadi vardı; “İsviçre ile Türkiye ilişkilerinin daha iyi olması için iki ülke arasında köprü olacağım” demiştim. Siyasette aktif olduğum ilk günden itibaren açıkça isviçreli dostlarıma kendimi bu şekilde tanıttığımdan rahatım ve iki ülkenin siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda yakınlaşmasını canı gönülden arzulamaktayım, çünkü birbirimizi birçok alanda tamamladığımızı ve çok uyumlu iki halk olduğumuzu düşünüyorum.
Elbette isviçre yerel siyasetinde aktif olan siyasetçilerimize büyük vazifeler düştüğü gibi sivil toplum kuruluşlarına da (STK) burada büyük sorumluluklar ve vazifeler düşüyor. Bundan dolayı da sivil toplum kuruluşu (STK) yönetimlerine seçilen kişilerin yerel siyasette aktif olan vatandaşlarımızla iyi ilişkiler geliştirmeli, onlara bölgelerinde (kantonlarında) destek ziyaretleri gerçekleştirmeli ve yapacakları proğramlara davet etmelidirler. Egosunu yenmiş, profesyonel düşünebilen, Ehliyet ve liyakat esaslarına göre sivil toplum kuruluşlarına seçilmesi olmazsa olmazımız olmalı. Bu duygu ve düşüncelerle siz değerli okuyucularıma saygı ve hürmetlerimi sunarım.