Enver Ağabey aramızdan ayrılalı 2 yıl oldu

Poliklinikte çalışıyorum. Enver Abinin dişine bakmış, ilaç koymuştum. Randevu verdim ertesi gün. Sabah geldim baktım arabası kapıda, erken gelmişler.

Memleketimizin medarı iftiharı, hepimizin göz bebeği olan Enver Abiden bahsetmek gönüllerimizi şad ediyor, hasretimizi gideriyor, hizmet gayretimizi artırıyor. 
Sene 1954… Konya lisesinde okuyordum, ara dönemde Kuleli Askeri Lisesine müracaat ettim.
Evrakımızı yolladık, notlarımızın yüksekliğine binaen çağırdılar. 
Enver Abimizin de o sene babası vefat etmiş,  o da sömestir arasında müracaat etmiş, almışlar.
Enver Ağabey'in farklılığı, fevkaladeliği hemen seziliyordu; talebeler tanışmak, konuşmak isterlerdi onunla. Ki ben de vardım aralarında... 
Aynı şubede değildik oysa; o Fransızca okuyordu ben Almanca ve Rusça…
Bir cumartesi izin dönüşü vapurda bir baktım yanımda.  Çengelköy'de indik. Kuleli'ye on dakikalık yol var, yürüyoruz. Mektebe gelmeden sahilde küçük sevimli bir cami vardır, ezan okunmaya başladı. 
“Gel Faruk” dedi “namazlarımızı kılalım.” 
Babası çok teşvik edermiş namaza, hatta Kur'an-ı kerim okuduğu için harçlık sıkıştırırmış avucuna. O da harçlıkları hocasına verirmiş.  Adamcağız n'apmış biliyor musunuz,  biriktirmiş biriktirmiş, sene sonunda topluca götürüp vermiş babasına... 
Nazif Efendi şaşırmış tabii. “Hocam” demiş, “madem Enver öyle münasip görmüş, kabul buyurunuz hediyemiz olsun size.”
Askeriyede iki elbisemiz vardı, dahili ve harici. Hariciler daha düzgün tabii, ütülü mütülü. Ama dahililer çuval gibidir, yaka bi tarafa bakar  paça başka tarafta. Enver Abi gitmiş Mercan'da askeri terzileri bulmuş, tam üstüne göre yaptırmış. 
Bizimkiler dökülüyor onunkiler jilet gibi, tabii dikkat çekiyor. Saçına filan da çok önem verir, özene bezene tarar, çakı gibi bir subay.


Demişti ki...
Sabır ve kanaati kendine yol tut. Bunları dert edinenler elem çekmez.


*
Askeri hocalar umumiyetle sert görünür, disiplinli olurlar. Korkarsınız onlardan. Bir kimya hocası geldi, şeker gibi… Hüseyin Hilmi Albay.  
İlk derse girdi “Buyurunuz efendim” dedi oturmamız için. Nerede görülmüş el kadar çocuklara “efendim” diye hitap eden bir subay? 
Hilmi Hocamızın dersini şerbet gibi içerdim. Eter dersine “Azı ayıltır çoğu bayıltır” diye başlamışlardı hiç unutmam. Kuru ders notu değil, hayattaki karşılığını da verir, hafızamıza nakşederlerdi adeta. 
Enver Abi bir izin günü Beylerbeyi Camiine gidiyor. Namaz kılınıyor, ardından Mevlid-i şerif başlıyor. Hafızın sesi yanık... Enver Abi içli içli ağlamaya başlıyor.
Hilmi Hocamızın hanımefendileri de oradaymış, dikkatini çekiyor. Dağılırken avluda görüyor, yaka numarasını alıyor. 
Akşam  “Efendi” diyor, “Bugün Mevlitte Kulelili bir çocuk çok ağladı, çağırıp bir dinleseniz, derdi mi var acaba?” 
İleri sınıflardan İsmail Silleli diye bir ağabeyimiz vardı. Hilmi Albayımızın eski talebesi, evine gidip gelmişliği var. 
- İsmail bu pazar sen Enver'le Zeki'yi al, getir bana.
Zeki kim diyeceksiniz şimdi? Zeki Celep, Enver Abinin en samimi arkadaşı. Güreşirler, gülüşürler, hani yedikleri içtikleri ayrı gitmez denir ya. 
Hocamıza bir gelmeye başlıyorlar, sonraki pazar yine, bir sonraki pazar bir daha… 
*
Enver Abi çok zekiydi. Nitekim Fen Fakültesini süresinden evvel (üç senede) bitirdi.  
Annesini İstanbul'a getirdi. Ev daha da şenlendi. “Melek Teyze” misafire bayılırdı. Sadece biz değil Denizli'den gelip İstanbul'da okuyan çocuklar da evin müdavimi. Hem yer içer hem çamaşırlarını bırakırlar. 
Bir gün biber dolması yapmış, yedik bitirdik, bir başka grup geldi bir şey kalmadı mutfakta.
Yarım saat sonra kapı tık tık. Bulmuş buluşturmuş bir tepsi daha donatmış sil baştan. 
Hatta bir gün Hilmi Bey Hocamızın hanımı ile birlikte kurabiye yapmışlar, karbonat yerine aspirin tozu varmış rafta, onu atmıştı hiç unutmam. 
*
Ben Enver Ağabeyin kız kardeşine talip oldum bu arada. Hilmi Hocamız da uygun buldular. Hayırlı işin manisi çok oluyor ama. Birileri “Bunlar subaydır, uzaklara giderler” filan demiş kızcağızı korkutmuşlar.
Kuleli'deki caminin müezzini vardı Yusuf Abi. Sevilir civarda. Ona ağlıyorum “Gel sen şu işi hallet hocam Allah aşkına...”
Neyse evlendik. Tayin çıktı Erzincan'a. 
Bir baktık Enver Abi ziyaretimize gelmiş, tiril tiril bahriyeli elbiseleri ile kapıda. 
Trenler kömürlü o zaman. Nereye ellesen is duman... Enver Abi İstanbul'dan biniyor bembeyaz. Erzincan'a bir geldi, leke yağmış kara kara. 
Hanım küçük daha, “Ver abi, yıkıyayım.”  Çamaşır suyuna yatırıyor, elbise masmavi oluyor. Bahriyeli iken havacı oldu! 
Asıp da kuruyunca rengini buldu ama…  Güneşi gördü bembeyaz çıktı ortaya. 
Enver Ağabey geldiği yere neşe getirirdi, içiniz ferahlardı. 
*
Enver Abi askere gidiyor.  Yedek subay okulu bitmiş, kura çekecek, annesinin duası arkasında… 
Soruyorlar; “Enver Ören nerede?” 
“Efendim namazdadır, gelir birazdan.”
Getiriyorlar, komutan soruyor “Oğlum senin torpilin nereden? Seyir Hidrografi Dairesinden ismen istiyorlar!” 
Orada iken NATO bursu ile Napoli'ye yolladılar, ihtisasını İtalya'da yaptı. Döndükten sonra da yuvalarını kurdular. 
Kiminle dersiniz? Kimya hocamızın kerimeleri ile! 
*
Evlilik arifesi. Hilmi Hocamız Enver Ağabeyin annesi Melike Hanım Teyzeye (Melek Anneye) bir mektup yazıyorlar: “Bizim kızımız nazlıdır evden çıkmaz, teyze müsaade ederse Enver Beyi almak isteriz yanımıza.” 
“Hay hay” diyor Melike Hanım, “nasıl emir buyururlarsa.”
*
O günlerde talebe hareketleri yürüyüşler, boykotlar. İlmi çalışma yapacak bir zemin kalmıyor. Bir gün yine Hilmi Bey Hocamızın yanındalar: 
- Bir şey söylesem yapar mısınız?
- Elbette efendim.
- Üniversiteden ayrılın, size ihtiyacımız var. 
Çünkü Hilmi Hocamız ileri yaşlarına rağmen kitabevini yürütüyor, kâğıt temin ediyor, mürettiplere, musahhihlere koşturuyorlar. 
Enver Abi ertesi gün istifa ediyor, “Yapma etme” diyenlere aldırmıyor. 
Hocasının teklifine “baş üstüne” diyor dar imkânlarla gazete çıkarıyorlar. 
Sonrası televizyon, ajans…
Bugün bendenizin Başhekimliğini yaptığı bu hastaneyi de Enver Ağabey kurdu. 
 “Para veremeyenden almayın onlar bizim misafirimizdir, ona göre davranın, şefkatli olun, hastalara da hasta yakınlarına da… Her daim çay bedava, bizden… İçsin dua etsinler.”
Enver Abi hasta parasından hiç hazzetmezdi. 
Bu rejimin ayakları vardı, zenginler, sanatkârlar, güçlü gazeteciler. 
Onlarla da iyi geçinirdi, ayrımcılık yanlısı değildi. Yaşlılara saygılı. Oktay Ekşi'ye bir şeyler hediye ediyor. Çakmak mesele değil, gönül alıyor. 
“Ya bu Enver Bey her defasında bizi mahcup ediyor. Bütün Müslümanlar böyle olsa biz de dururduk yanlarında” derlerdi.


AMERİKALI ŞOFÖRÜN ENVER ABİ SEVGİSİ
Ben yıllardır devlet başkanlarını, patronları taşıdım, onun gibisini görmedim. Sevginin vücut bulmuş hâli. 

Demişti ki...

İnsan çalıştırmanın temel şartı, heves kırmamaktır.


Enver Abi, “Trafikte önündeki aracı sıkıştırmak bile kul hakkına girer” derdi.
*
Poliklinikte çalışıyorum. Akşamdan Enver Abinin dişine bakmış, ilaç koymuştum. Randevu verdim ertesi gün on buçuğa. Sabah geldim baktım arabası kapıda, erken gelmişler. Eyvah ağrı mı yaptı yoksa?
Oradaki bir meslektaşım, “Efendim beklemeyin isterseniz, ben tamamlayayım”     demiş.
“Olmaz” demiş Enver Abim, “Faruk'un kalbi kırılacağına, dişim kırılsın.” 
Zarafet, nezaket. 
*
Amerika'da Enver Ağabey için bizim hanımdan böbrek almışlardı. 
Ertesi sene hanımın kontrolleri için Amerika'ya gittik. 
Houston Methodist Hospital'in bizi karşılamaya gelen şoförü yaşlı bir kurt, insan sarrafı:
- Nereden geldiniz?
- Türkiye'den.
- Mr. Ören'i tanır mısınız?
- Nasıl tanımam.
- Ben yıllardır devlet başkanlarını, patronları taşıdım, onun gibisini görmedim. Sevginin vücut bulmuş hâli. 
Özetle… Şuna inanırım; Allahü teala bir kulunu severse onun sevgisini havaya, suya dağıtır; içen koklayan onu sever. 




HAYRATLA GEÇTİ HAYATI

Enver Ören demek karşılıksız vermek demekti. Ekranda ağlayan 6 çocuklu dul kadını buldurup ev verir, nice garibe sayısız ihsanlarda bulunurdu. “Veren el aziz olur” derdi.  
Memleket sevdasıyla dopdoluydu Enver Ağabey… Sırf bu yüzden sayısız eser kazandırdı Türkiye'ye… Nice camiler, okullar, çeşmeler, hastaneler… En mutlu günleri bu eserlerin temel atma ve açılış günleriydi. Hizmet âşığıydı, bu yolda yorulmak nedir bilmezdi. “İnsan gönlü kazanmak para kazanmaktan iyidir” der, maddi kâr gayesi asla gütmezdi. 


Enver Abiler VE HAYIRLARI
CAMİLER


İhlas Marmara 1 Camii


Demişti ki...
Bir insanda iki şey
varsa, Allahü teala
ona her şeyi vermiştir:
-Ehli Sünnet itikadı
-Bir Ehli Sünnet âlimini tanıyıp, onu sevmek…





Güzelşehir Camii


Sultanbeyli İhlas Camii
İhlas Yuva Camii
İhlas Marmara 1 Camii
İhlas Marmara 2 Camii
İhlas Marmara 3 Camii
Armutlu Tatil Köyü Camii
Güzelşehir Camii
Kuzuluk Camii
Tozkoparan Uhud Camii'ne yardım
OKULLAR
Bahçelievler Kampüsü Okulları
Özel Bahçelievler İhlas İlkokulu ve Ana Sınıfı
Özel Bahçelievler İhlas Ortaokulu
Özel İhlas Anadolu Lisesi 
Özel İhlas Anadolu Meslek Lisesi 
Özel İhlas Fen Lisesi
Beylikdüzü Kampüsü Okulları
Özel Marmara Evleri İhlas İlkokulu ve Ana Sınıfı
Özel Marmara Evleri İhlas Ortaokulu
Özel Marmara Evleri İhlas Anadolu Lisesi
Özel İhlas Marmara Evleri Fen Lisesi
Beylikdüzü
İhlas Marmara Evleri Devlet Okulu
Büyükçekmece
Özel İhlas Ana Okulu Güzelşehir
Avcılar
Özel İhlas Ana Okulu Bizim Evler 2
Özel İhlas Ana Okulu Bizim Evler 3
Özel İhlas  Bizim Evler İlkokulu
Yenibosna
Türkiye Gazetesi Ticaret Lisesi
Adapazarı
Kuzuluk Enver Ören Ortaokulu
ÇEŞMELER
24'ü İstanbul'da olmak üzere aralarında Şırnak, Kıbrıs, Erzurum, Erzincan, Çorum, Çankırı, Amasya'nın bulunduğu çeşitli illerde 74 tane inşa etti. 
Ayrıca Özbekistan'da İmamı Maturidi Hazretlerinin Türbesini, Hindistan'da Nur Muhammed Bedayuni Hazretlerinin kabrini yaptırdı. 
Türkiye'de birçok okul ve camiye maddi yardımda bulundu.



Demişti ki...
Eğitim, insanların beynine bilgi koymak değil, gönlüne dokunmaktır.




YARDIM KABUL ETMEZ KENDİSİ YAPTIRIRDI
Memleketin birçok yerinde yapılan camilerden biri de Adapazarı Kuzuluk'taki İhlas Camiiydi. Enver Ağabeyin bir diğer tutkusu da yıpranmış evliya kabirlerini tamir etmekti. 




SON SOHBETİ VEDA GİBİYDİ


Demişti ki...
İhlas Holding'in başarısının % 80'i gönül yapmak, % 20'si çalışmaktır.

Efendim selamün aleyküm. Arkadaşlar beni görmek istiyor, ben de onları çok görmek istiyorum. Allah unutturmasın. 
Ahirette tanımak, tanınmak çok zordur.
Bir gün bir talebe çok ağlıyormuş. Hocası da soruyormuş:
- Niye ağlıyorsun?
- Efendim ahirette ya beni unutursanız, ya kaybolursam? Beni Cehenneme atarlar. Hâlbuki siz sahip çıkarsanız bir şey olmaz. Fakat her an mutlaka sizin yanınızda olacağıma nasıl emin olabilirim? 
Hocası, 
- Bir şey olmaz, evham etme keyfine bak, demiş. 
Ertesi gün çocuk yine hüngür hüngür ağlıyor. 
- Niye ağlıyorsun? 
- Efendim ya beni unutursanız? Ya ben kaybolursam?
- Gel bakalım buraya. Bak. Unutursan unutulursun. Kaybedersen, kaybolursun, buyurmuş. 

Yalan dünya… Kendi halime bakıyorum, buradan bir şey çıkarıyorum:
Yakup “aleyhisselâm” Azrail “aleyhisselâm”la arkadaşmış. Azrail “aleyhisselâm” istediği zaman Yakup “aleyhisselâm”ın yanına gelirmiş. Her defasında da Yakup “aleyhisselâm” şöyle sorarmış:
- Vazifeli misin, misafir misin?
Bir gün demiş ki:
- Biz arkadaşız. Görevli geleceğin vakit önceden haber ver de tedbirli olalım.
Azrail “aleyhisselâm”:
- Peki, demiş, görevli gelmeden evvel ben sana üç tane haberci göndereceğim. Önce haberciler gelecek, ondan sonra ben geleceğim.
Derken zaman geliyor, vade doluyor. 
Azrail “aleyhisselâm” tekrar görünüyor. 
Yakup “aleyhisselâm”:
- Vazifeli misin, misafir misin, diye soruyor. 
Azrail “aleyhisselâm”:
- Bu defa görevliyim diyor. 
- Ne?! Hani haberci gönderecektin? 
- Ben sana üç tane haberci gönderdim. Habercinin biri, simsiyah saçlarına ak düştü, saçların döküldü… Bu bir haberci değil miydi? İkincisi genç-liğinde kanlı canlıyken, bastığın yeri titretirken… Şimdi Allahü teâlâ ağzının tadını aldı, hasta oldun, hiçbir şeyden tat ve zevk alamadın... (Enver abiniz üç beş lokma yese arkasından istifra ediyor. Her gün istifra ediyor. Daha yemeğe otururken eyvah deyip kalkıyorum. Geçen gün bir ilaç getirdiler. Bir tuz yapmışlar ama içerisinden sodyumu çıkarmışlar. Tadı normal tuzdan daha keskin... Allah tuzdan mahrum etmesin.) Habercinin üçüncüsü de belin büküldü, gücün kalmadı. (Enver Abi buraya iki kişinin kolunda geldi. Ah, aah.) 

İsa “aleyhisselâm” havarileriyle beraber giderken birisine rastlıyorlar. O adam o bölgenin çamaşırcısıymış. İsa “aleyhisselâm” yanından geçerken adam itibar etmemiş. Bu yüzden mübareğin kalbi kırılmış. Kalbi kırılınca Cebrail “aleyhisselâm” gelmiş ve:
- Yarın öğlen için cenaze namazına hazırlan demiş. 
Ertesi gün öğlen oluyor, adam hayatta. Daha ertesi gün bakıyor adam yine hayatta... 
Cebrail “aleyhisselâm” tekrar geliyor. Diyor ki:
- Gidin şu çamaşırın içine bakın. 
Bakıyorlar ki o civarın en tehlikeli yılanı çamaşırın içinde kıvrılmış ölmüş. Sebep? 
Bu adam yemek yiyordu. Kapıya bir ihtiyar geldi, “Açım” dedi. O da tuttu, ekmeğini ona verdi. O sadaka hem belayı önledi, hem de ömrünü uzattı. Çünkü Peygamberimiz “aleyhissalatü vesselâm” buyuruyor ki, (Sadaka belayı önler, ömrü uzatır). 
Verilen şeyin ne olduğuna ne olmadığına bakmayın. Yeter ki sizden oraya bir şey çıksın. Öyle sevap ki…
Ehl-i sünneti anlatacağım diye Mübarek Hocamın ömrü tükendi. Muhabbeti anlatacağım diye ömrü tükendi. Abdülhakim Arvasi hazretlerini tanıtacağım diye ömrü tükendi. İmam-ı Rabbani hazretlerinden bahsedeceğim diye ömrü tükendi. Onların anlattığı başka bir şey yoktur. Ehl-i sünnet itikadı, büyüklere muhabbet, Abdülhakim Efendi hazretlerini, İmam-ı Rabbani hazretlerini, bütün büyüklerimizi tanımak, rahmetle anlatmak, bilhassa Mektubat'tan çok istifade etmek... Ne kadar güzel bir yol ya Rabbi! Hiç sağı solu yok, ilavesi, noksanı yok. Bütün ömürleri sadece üç beş madde içerisinde geçti. Ne hikâye, ne vaka, ne hatıra varsa, bir konuyu belki 10 defa, 20 defa tekrarlayabilirlerdi.

Gelelim Enver abinin sağlığına… Bu ay biraz problemli geçti. Tansiyon 3,5'a indi. O vaziyette üst kata çıkamadım. Arkadaşlar beni kucakladıkları gibi yukarı çıkardılar. Tabii bu sarsıntıyla böbrek rahatsızlanıyor, o rahatsız oluyor, bu rahatsız oluyor. Yarın inşallah hastaneye gideceğiz. 
Niyet hayır, akıbet hayır… 
Türkiye gazetesinin bu abone işinden çok sevinçliyiz. Bütün arkadaşlara dua ediyorum, teşekkür ediyorum. Hocam hayattayken en çok ehemmiyet verdikleri hizmetlerden biri de gazete idi. Vefatlarından birkaç gün evvel çağırdılar. “Vasiyetimdir” buyurdular. “Bizim yolumuz kitap ve gazetedir. Ne olursa olsun bu ikisini korumaya çalışın, bir şey olmasın.” 

Allahü teâlânın bir tabiat kanunu var, zerre şaşmaz. Yağmur, güneş her neyse... Tabiat kanunu olduğu gibi bir de Allahü teâlânın sosyal kanunu var. Onlar da insanların dünyada ve ahirette rahat etmesi, orada acı çekmemesi için sosyal kanunlar yaratmıştır. Bu kanunlara uyanlar, Resulullah “aleyhissalatü vesselâm”ın bildirdiği yolda yürüyenler, bu kanunun içerisinde kaldıkları için bu kanunun bahşettiği nimetlere, Cennete kavuşacaklardır.

Mübarek Hocam buyurdular ki, “Bizim arkadaşlarda, yani bizi sevenlerde iki kötü ahlak olmaz. Bu iki kötü huy varsa hiç istifade edemez. Biri var diğeri yoksa ikisi de kıymetsizdir. Çünkü bunlar birbirinden ayrılamaz:
1. Kötü huyun biri, edepli olmamak... Saygılı olmamaktır. Bu yolda edep her şeydir. Şah-ı Nakşibend hazretleri, “Yolumuzun başı edep, ortası edep, sonu edeptir” buyurmuşlardır. Kime karşı edepli olmak, saygılı olmak?  Birincisi Allahü telaya karşı, sonra Peygamberimize “aleyhissalatü vesselâm”, sonra bütün büyüklerimize karşı, hocamıza karşı, hocamızın talebelerine karşı saygılı olmaktır.
2. Kötü huyun diğeri, kibirli olmak... Bizim arkadaşlar katiyen ama katiyen kibirli olamaz. Kibir her kötülüğün başıdır, her kötülüğün davetçisidir. Allahü teâlâ “Kibirliyi affetmem” buyuruyor. “Kibir, azamet bana mahsustur. Birisi kalkar da kibirlenirse ona hiç acımam, yakarım” buyuruyor. Çünkü kibir diğer günahlara benzemiyor. 
Hiçbir zaman kibirli olmayalım. Ortam ve şartlar bizi kibirli yapmaya sürükleyebilir. Cenab-ı Hak, “Azamet ve Kibriya benim hakkımdır” buyuruyor.

 Ah... Ne şanslıyız. Yeter ki bir yanlışlık sebebiyle, bir hatamız sebebiyle, bir fırtına sebebiyle bu gemiden bizi düşürmesinler. Gemide olduğumuz sürece korkmayalım. 
Kıl beşi, karıştırma işi. Bizim Arnavut öyle diyor.
İnsanlar ne dereceye çıkarsa çıksın, ne makam elde ederse etsin, ne keramet gösterirse göstersin, namaz şarttır. Bir vakit namazı kaçırırsa hepsi sıfır olur. Sil, yeni baştan başlamak icap eder. Bir binanın iskeleti olmazsa içi ne kadar süslü olsa o ev noksandır. Bu binanın iskeleti insanın ibadetleri ve vücut yapısıdır. Onu tam yapmazsa o bina işe yaramaz, kullanılamaz hale gelir. 

Ehl-i Sünnet âlimlerini tanıyıp seven ölüm acısı çekmez, kabir azabı çekmez, mahşer azabı çekmez.
Hepinizi Allahü tealaya emanet ediyorum.
Aaah, bir zamanlar maziye bak, ne kadar gençtik…
Sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun, ve selamün alel mürselin, velhamdülillahi rabbil âlemin. 
El Fatiha.
Allahaısmarladık. 


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri