Değerli okuyucularım, yazım kesinle ideolojik veya siyasi değildir. Beni yakinen tanıyan herkes bilirki benim ilgi alanım İsviçre siyasetinde aktif olmaktır. Türkiyemizin iç meselelerine ve siyasetine karışmak gibi bir niyetimde yok. Ancak bazı meseleler vardır ki o meseleler siyaset üstüdür. Türk Kürt kardeşliği bunlardan biridir. Yazım, Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarını özellikle gençlerimizi birbirine kırdırmak isteyen bazı fitne odaklarına cevap niteliğindedir. Asırlardır yan yana, iç içe, tek yürek olan bir tarihten söz edeceğim. Batıda bazı kötü niyetli odakların Türkleri ve Kürtleri birbine düşürmek için doktora tezleri hazırlayacak kadar ileri gittiklerini üzülerek belirtmek istiyorum. Tuhaf olan ise bu tezleri hazırlayanlar ne Türk, ne de Kürt, ne Alevi ne de Sünni. Türk- Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı- Solcu, Doğulu- Batılı, şu partili,bu partili diye kardeşlerimiz arasına gece gündüz koşturup fitne ateşini sokanların olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Sonrada oturup Türk- Kürt, Alevi -Sünni çatışmasını büyük bir zevkle sinema filmi izler gibi ellerini ovuşturarak izliyorlar. Bende bizi birbirimize düşürmek isteyen o odaklara bu yazımla hem cevap vermeyi, hemde birbirimize tarihi kardeşliğimizi hatırlatmayı uygun gördüm. Özellikle genç kardeşlerimin beni daha iyi anlayabilmesi için bir kaç tarihi şahsiyetten örnekler vereceğim.
1071 tarihi, ortak tarihin, ortak coğrafyanın, ortak medeniyetin ve kader birliğinin Türklerle Kürtler arasında ortak payda olduğunu ifade eden tarih olarak biliriz. Kısmen doğru olsada bunun çok daha öncesi de var.
Yıl 630. Aslında bu kardeşliğin temelleri Miladi 630’lu yıllara dayanıyor. Kainat efendisi Peygamber efendimizin (s.a.v.) sahabilerinden olan ve mezapotamyaya vali olarak atanan iki Kürt sahabe Caban el-Kurdi (r.a.) ve Meymun el-Kurdi (r.a.)ye kadar gidiyor. Orta Asya’dan Mezapotamyaya kervanlarıyla ticaret için gelen Türk boylarından olan Doğu Göktürk kağanlığı mensuplarının, Sahabe-i ikramdan olan Caban el-Kurdi (r.a.)ve Meymun el-Kurdi (r.a.) ile ilk karşılaşmalarının 630’lu yıllara dayandığı biliniyor. Bu vesileyle Peygamber efendimizin mesajı ve islam’a davet Türk boylarına ilk olarak bu iki Kürt sahabe tarafından tebliğ edilir. Bu iki sahabeye hürmeten Türk liderleri Kürtlere hep hürmet etmiş din ve diyanet işlerinde Kürt Alimleri tercih etmişlerdir. Türklerin bireysel olarak İslamiyete geçişleri bu tarihlere denk gelsede, Toplu olarak islam’ı tercihleri Emevi dönemine denk gelmektedir.
1071’de Selçuklu Sultanı Alparslan, Anadolu’ya geldiğinde Mervani kürtleri yaklaşık yirmibin kişiyle Alparslan’a destek oluyorlar. Neredeyse her gece Kürt şehir ve köylerine sadece Müslüman oldukları İçin baskınlar yapan ve yağmalayan Bizanslılardan bölgeyi birlikte kurtarıyorlar.
1187 yılında Kudüs, haçlı Ordusu’nun katliamlarına ve yağmalanmasına maruz kalmış ve insanlık tıpkı bugünkü gibi sessiz sedasız katliama sessiz kalmıştı. Bir arslan parçası bu gidişe dur demek için Müslümanlar arasından ortak bir ordu kurarak Kudüs önlerine geldi. Evet, Kürt olan Sultan Selahattin Eyyubi önderliğinde, Türk olan zenginlerin ve Arap aşiretlerin desteği ile Kudüs, Haçlı Ordusu’nun işgalinden kurtarıldı.
1280. Türk beyi olan Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan kadı, büyük bir Alim olan Dursun Fakih! Dursun Fakih Kürt olmakla beraber hem Osman Gazi’nin bacanağı, hem yoldaşı, hemde yol göstericisi manevi hocasıdır. Edebali’nin iki kızından biri Osman Gazi ile diğeri de Dursun Fakih ile evliydi. Dursun Fakih Edebâli’nin vefatı üzerine makamına geçerek fetva işlerini yürütmüştür.
1324. Orhan Gazi iznik’te Osmanlı’nın ilk medresesini kurmuş, Burada Türk olan Orhan Gazi’nin en büyük destekçisi ve hocası kim biliyormusunuz? Kürt olan Taceddîn Kurdi. Aynı zamanda kurulan medresenin ilk müderrisi yani rektörü Taceddîn Kurdi olmuştur.
1453. Doğu Roma imparatorluğu’nun Türk olan Fatih Sultan Mehmet’in sonlandırdığını biliriz, en büyük destekcisi, yol göstericisi
Molla Gûrâni ise Kürt, ve Osmanlı Devleti’nin ilk Şeyhülislâmıdır.
Aranıza fitne fesat sokmak isteyenler olduğunda aklınıza Türk olan Kanuni Sultan Süleyman ve Kürt olan hocası Ebu Suud efendi gelsin. Türk olan Yavuz Sultan Selim ve Kürt olan hocası İdris’i Bitlisi gelsin. Bunu uzattıkça uzatabiliriz ancak cumhuriyet Dönemindeki birlikteliğimizden bir kaç örnekle devam etmek istiyorum.
1914. Sarıkamış’da 1915. Çanakkale’de bu kardeşliğin yüzlerce örneğinden bahsedebiliriz.
1919. Adıyaman’da Bedir Ağa kendisini isyana teşvik etmek için altın yüklü katırlarla gelen İngiliz subayın elini sıkmarak, “Ben necis (pis) eli sıkmam ve Türk kardeşlerime silah çekmem” demiştir. Kendisini altınlarıyla beraber huzurundan kovduğu tarihte yerini almıştır. Aynı İngiliz görevlisi, Van’daki Kürt aşiret reislerini ziyaret ettiği zaman onlarda “Biz Türk kardeşlerimize silah çekmeyiz.” diyerek kovmuşlardır.
1922. 9 Eylül 1922'deki Büyük Taaruz'da İzmir'e gireren Türk Ordusu mensubu olan ve İzmir’de Yunan bayrağını indirip Türk bayrağını göndere çeken 'Kürt Reşo' lakaplı Diyarbakır’lı Süvari Çavuş Reşat Nazlı’da tarihe geçmiştir.
1923. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de Türkler ve Kürtler birlikteydi. Atatürk ve diğer Kurtuluş Savaşı'nın kadrolarınca vatanın bütünlüğünün Türk ve Kürt birliğinde olduğu defalarca söylenmiştir.
Bende devamlı söylerim;
Türkler ve Kürtler Kardeştir, Kayınçodur,Dünürdür,Damattır, Gelindir,Tertibdir,Mesai Arkadaşıdır,Komşudur,Evli Çifttir, Kuzendir,Çanakkale ve Sarıkamışta Şehittir,Akrabadır,iş yerinde ortaktır,Hemşeridir. Özetle bir ailedir. Aileyi birbirinden ayıramazsınız.
Değerli okuyucularım vermiş olduğum örneklerde de göründüğü gibi bizim yüzlerce yıllık yoldaşlığımız zamanla kardeşliğe ve sonrada kader birliği halini almış bir vaziyete dönüşmüştür. Düşünsenize 630 lu yıllardan bugüne gelen bir yolculuk. Elbette herkes benim gibi düşünmek zorunda değil. İsteyen istediği gibi düşünmekte hürdür. Ancak tarihi gerçekleri de kimse inkar edemez.
Kardeşce ve sağlıcakla kalın