Avrupa'nın kriterleri ve adalet anlayışı bir kez daha sınıfta kaldı

Şeref Yıldız

“Kınıyoruz, endişeyle takip ediyoruz, kabul edilemez, batıdan uzaklaşıyor, eksen kayması yaşanıyor,  yaptırım uygularız” ve “Anlaşmaları dondururuz” gibi sözleri duyunca aklınıza yüzde 100 AB yetkililerinin açıklamaları gelir. Bir türlü birlik olamayan ve hiçbir uluslararası soruna çare bulamayan AB, beyanat vermenin ve toplanıp dağılıp bildiri yayınlamanın dışında bu zamana kadar bir icraat ortaya koyamamıştır. Almanya, AB ülkelerine yaptığı yıllık 750 milyar Euro ihracatı devam ettirebilmek adına herkese “haklısın” diyor. Fransa ise, birliği kullanmak suretiyle eski sömürgeciliğini sürdürmek istiyor. AB ülkeleri hiçbir konuda sözbirliği olmadığı gibi koydukları kurallara da uymuyor. Kopenhag ve Maastricht kriterleri yazılı evraklarda kaldı, uygulamada ise görmezden geliniyor. Komünizmin kitaplardaki tarifesi, “Ortak, evrensel üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu sınıfsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ve bu düzenin kurulmasını amaçlayan toplumsal, siyasi ve ekonomik bir ideoloji ve harekettir” şeklindedir. AB kriterleri de kitaplarda aynı bu şekilde insanca adaletli kriterle dolu olmasına rağmen icraatta hiç de böyle olmuyor.

AB ülkelerinin bir kısmı, Türkiye ve Türk düşmanlığı konusunda hiç bir siyasi, ekonomik ve hukuki kriteri dikkate almadan topluca saldırıya geçebiliyorlar. Biliyorlar ki Türkiye güçlenirse istedikleri gibi kural tanımaz şekilde hareket edemeyecekler.

Son olarak AB’nin çirkin yüzünü Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin araştırma yapmasıyla başlayan Yunanistan-Türkiye gerginliğinde görüyoruz. Şamar oğlanı Fransa’nın dahil olmasıyla ortaya çıkan gerginlik karşısında Türkiye’nin gerek hukuki gerekse de uluslararası anlaşmalardan ve emsal teşkil eden davalardan elde ettiği haklarını sonuna kadar savunacağı kararlılığını ortaya konunca AB, “Kınıyoruz, endişeyle takip ediyoruz, kabul edilemez, batıdan uzaklaşıyor, eksen kayması yaşanıyor,  yaptırım uygularız ve anlaşmaları dondururuz” gibi bildik açıklamalar yapmaya başladılar.

Yapılan açıklamalar ve kınamaların hiç bir hukuki altyapısı yok.  Türkiye’yi suçlamakla sorunu çözeceklerini zannederek işi uzatmaya Türkiye’nin araştırmalarını engellemeye çalışıyorlar ve onlarca yıldır bir türlü çözülmeyen Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge ve Fır Hattı gibi konular şımarık Yunan ve onu destekleyen Avrupalı ülkeler yüzünde kriz daha da derinleşiyor.

Hukuktan kriterlerden bahseden AB ülkeleri neden Yunanistan'a “Türkiye’ye iki kilometre mesafede Meis Adası, Yunanistan’a mesafesi 500 km. Yüzölçümü 10 kilometrekare olan Meis Adası’nın, 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığı hakkı doğuramayacağını, böyle bir tezin uluslararası hukuka dayandırılamayacağını herkes biliyor. Bu hakkaniyet ilkesine de aykırıdır. Bu ada üzerinden “Yunanistan’a kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge tanıyarak hak iddia etmen doğru değildir” diyemiyor kimse.

Türkiye Akdeniz'de kıyı şeridinin yaklaşık 1600 km dir. Yani Türkiye ana karasından itibaren 200 deniz mili (370 km) derinliğindeki bölgesi münhasır ekonomik bölgesidir.  Bunun önünü kesilmesi  mümkün değildir. Uluslararası Adalet Divanı ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre hareket ediyoruz. Bizim hukuki çıkışımızın dünyanın farklı bölgelerinde emsalleri bulunuyor. İspanya, Fas’ın hemen dibinde olan bu adalar için hiçbir şekilde münhasır ekonomik bölge talebinde bile bulunamıyor.

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki faaliyetlerinin ardından tutuşan Yunanistan'ın destekçisi Fransa, konu kendi hakları olunca farklı bir tutum izliyor. İngiltere'ye bağlı olan ancak Fransa'ya 15 km İngiltere'ye ise 150 km uzaklıkta bulunan Jersey ve Guernsey adalarıyla ilgili kendi hakkını savunan Fransa, Meis Adası’nda Türkiye'nin kıta sahanlığını ihlal ettiğini iddia eden Yunanistan'ı destekliyor. O dönem kendi hakkını savunmaktan geri durmayan Fransa söz konusun Türkiye olunca ikiyüzlü olabiliyor.

Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve  Fransa'nın baskılarıyla Avrupa Parlamentosu, 24-25 Eylül'deki AB liderler zirvesi öncesinde aldığı kararda Türkiye'yi Doğu Akdeniz'deki gerginlikte diyaloga çağırdı, aksi takdirde AB'nin ek yaptırımları devreye sokmasını istedi. AP'de oylanan kararda, "Türkiye'nin Yunanistan ve Kıbrıs'a bağlı münhasır ekonomik bölgelerdeki eylemleri" kınanarak Yunanistan ve Kıbrıs ile tam dayanışma vurgusu yapıldı. AB'nin kendi çıkarlarını korumakta net ve kararlı olduğu belirtilerek  Türk hükümeti "Doğu Akdeniz'deki tüm yasa dışı keşif ve sondaj çalışmalarını derhal durdurmaya, Yunan hava sahasındaki ve Yunan ve Kıbrıs karasularındaki ihlallere son vermeye ve milliyetçi savaş çığırtkanı söylemden vazgeçmeye" çağrıldı. Şimdi gelin de AB kriterlerinden hukuktan adaletten uluslararası sözleşmelerden emsal kararlardan bahsedin. Söz konusu Türkiye olunca bunların hiçbiri geçerli değildir. Bunların unuttuğu bir şey var, biz Sultan II. Abdülhamid Han'ın torunlarıyız. İngiltere Başbakanı Wiliam Gladstone'nin tarihi itirafını hatırlatmak isteriz. "Abdülhamid bastonunu Karadeniz'e sokar, Akdeniz'i karıştırır" sözünü unutmayın. Ne diyelim, tarih tekerrür mü ediyor?

AB’nin deniz sınırlarının belirlenmesi konusunda yetkisi yoktur. AB uluslararası bir mahkeme gibi hareket edemez.  Uluslararası hukuka göre AB Türkiye göre AB Türkiye'nin  hidrokarbon faaliyetlerini yasadışı olarak niteleyemez.  AB’nin çakışan deniz yetki alanları konusunda tarafsız kalması gerekir. Oysa Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan Fransa'nın kışkışlamasıyla konuyu AB zirvesine taşıyor.  AB'nin bu bu yaklaşımıyla AB ülkelerine, “Kınıyoruz, endişeyle takip ediyoruz, kabul edilemez” olduğunu belirtiyoruz. AB eksen kayması  mı yaşıyor? Bu gidiş AB'yi ikinci dünya savaşı öncesine doğru götüreceği benziyor.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.