Bir japon gazeteci şöyle der; ''Bir Türk, bir Japondan akıllıdır korkmalısın; iki Türk üç Japona bedeldir. Üç Türk hiç birşeydir korkmamalısın"
Aslında işin özetiyle, biz biribirimizin ne olduğunu ne öldüğünü istemeyen bir millet gibiyiz. Ölünce yas tutan karalar bağlayan, tersinde çok iyi bir noktaya erişen bir dostumuzu veya aynı kendi ırkımızdan olan bir kişiyi yıpratıp oradan aşağıya çekmek için ne gerekirse yapıyoruz. Daha önce bazı yazılarımda belirtmiştim. Sevdiklerinize sahip çıkmaz desteklemezseniz, yerine geçenleri veya alternatiflerine katlanmak zorundasınız. Siyasete atılan vatandaşlarımıza destek verilmediği takdirde, onların yerine geçen veya bizi temsil etmeyen siyasetcilere katlanmak zorundasınız. Var olan Türk gazetesi, Türk esnafı, Türk marketi, Tv programı, Türk Seyahat Acentası, dernek ve STK ....
En yakın geçmiş örneği Postun Sesi programı. Yıllarca özveriyle karşılıksız İsviçre'de hiç alışılmamış farklı bir programla halkımızı esnafımızı derneklerimizi kültürel etkinliklerimizi televizyona taşıdık. Pek çok ilkleri yaşattık. Program kalitesi iyi veya kötü her zaman tartışılabilir. Ulusal kanal TGRT ekranlarında derneklerimizi halkımızı Türkiye'deki yakınlarıyla buluşturduk. Küçücük bir kasabadaki milli bayram etkinliğini kermesi Türk dernek gecelerini ekranlara taşıyarak Türkiye'deki vatandaşlarımızın etkinlikleri görmesini sağlıyorduk. Şimdi halkımız bir tv programımız olsa diyor. Tüm bu sevdiklerimize kendi değerlerimize sahip çıkmazsak, yerine geçene veya alternatiflerine tahammül etmek zorundayız.
Türkler arasındaki kopukluk büyüyor
İsviçre'de yaşayan vatandaşlar arasındaki kopukluk giderek büyüyor. 15 Temmuz sonrası bu makas daha da açıldı. Bizden öncekiler gibi dil sorunu yaşamayacak olan gelecek kuşaklarımızın, gelişen dünyada iyice etkisi hissedilen İslamafobinin olumsuz yansımaları ve Avrupa'da artışta olan yabancı karşıtlığının yansımalarıyla bambaşka sorunları olacak. Ülkedeki Türk vatandaşlarımızın, sayıları artan yaşlı emeklilerimizin sorunları ve gelecekte bizi temsil edecek yeni kuşağın sayısız sorunları çözüm beklerken, bu sorunlara çözüm aranırken sürekli çözümü konuşmak yerine sorunları ve suçluyu konuşuyoruz. Hep bir şamaroğlanı arıyor çözüme odaklanmıyoruz. Sorunların çözümünü ise, çözüm aranması gereken yerler yerine cami ve dernek lokallerinde konuşup tartışıyoruz. Oralarda konuşulanlar oralarda kalıyor. Yani kendimiz çalıp kendimiz dinliyoruz. Hiç bir sorun çözümsüz değildir. Pek çok olayda kimi devleti, kimi Türk medyasını, kimi STK'ları kimi sade Türk vatandaşını eleştirip hedefe koyuyor. Oysa her sorunun çözümü de var. Ancak bu çözüm yoluna kimse yaklaşmadığı gibi, taşın altına eline kimse koymak istemiyor. Bazen esas sorunların çözüm noktasında bulunanların görevlerini doğru yürütemediği için de bu sorunlar kronikleşiyor.
Teknoloji o kadar gelişti ki, artık her eleştirdiğimiz sorunun aslında çözümü de var. Türk adayların da katıldığı seçimler gerçekleşiyor, kimi vatandaşlarımızın oy kullanamadığından kimi adaylıklarının duyurulmadığından dert yanıyor. Ama aslında hepsinin çözümü belli. Yıllardır söyledim ve yazdım. Son yıllarda İsviçre vatandaşlığı olup seçmen hakkına sahip olan vatandaşlarımızın sayısı 50 binlere ulaştı. Ama aralarında seçimlerden önce hiç bir dayanışma iletişim yok. Gelişen teknoloji ve sosyal medya erişim imkanlarına rağmen, en azından seçimlerden önce bir çatı altında dernekleşip hem kendilerini tanıtıp hem seçmen hakkına sahip Türkleri bilgilendirecek bir oluşum yıllardır eksik.
Her alanda siyaset var
Hayatın her alanında siyaset var. Medya'nın ülkemiz aleyhine yaptığı haberlerin dozajı o kadar arttık ki, artık bir ev hanımının bile yerine göre ülkemizin gönüllü temsilcisi gibi olma zorunluluğu var. Okula giden 5-6 yaşındaki küçük bir çocuğumuzun bile, okul bahçesindeki diğer çocukların medyadaki olumsuz haberlerden etkilenip Türkiye hakkındaki soracağı soruları cevaplayabilme bilgisinin olma zorunluluğu var.
Büyük bir apartmanda en sade şekilde yaşayan bir Türk veya Müslüman ev hanımının çamaşırhaneye indiğinde, karşılaştığı İsviçreli komşu bayanın her gün okuduğu aleyhimizdeki haberlerden sonra ''Türkiye'de ne oldu, 15 Temmuz nedir, İŞİD nedir?'' şeklindeki sorusuna doğru cevabı vermek zorunluluğu var. İsviçre medyasında sürekli tartışılan İslam ve terörle ilişkilendirilen Müslümanlıkla ilgili haberlerden sonra karşımıza çıkan bir İsviçre'li komşumuz okuldaki sınıf arkadaşımız veya işyerindeki arkadaşımızın Kuran'ı Kerim'den bir ayeti okuyarak, Müslüman olarak bize güvenip doğru cevabı aramaya çalışacağı sorulara ''Ben Kuran'ı bilmiyorum'' deme lüksümüz kalmadı. Komşumuzun 15 Temmuz ile ilgili sorusuna ''ya boşver, dış güçler Türkiye'yi sevmiyorlar. Medya yalancı, siyaset beni ilgilendirmiyor'' dersek ne kadar tatmin edici olur?
Yine 1915 Ermeni olaylarıyla ilgili yarım yamalak duyduğu haberlerden sonra, olayın doğrusunu bizden öğrenmek isteyen iş arkadaşımıza komşumuza ''100 yıl önce olan beni ilgilendirmez, olmuş o zaman bir şeyler'' diyebilebir miyiz? Ne kadar siyaseti sevmesek, ne kadar olumsuzluklardan kaçsakta bir şekilde bu sorular ve sorunlarla bir gün karşılaşacağız. Karşımızdaki okul arkadaşımız, ev komşumuz iş arkadaşımız veya müşterimiz Türkiye ve Müslümanları ilgilendiren konuların doğrusunu sizden öğrenmek duymak isteyecek. Bizim artık bilgisiz olma kalma lüksümüz kalmadı. Kavga ederek, ses tonumuzu yükseltip karşımızdakini bastırmaya çalışmak soru sorana soru sormak bizi aciz kılar. Bilgimizle bilgilendirip yaşantımızla örnek olarak kendimizi savunmamız gerekiyor. En yakın ikamet ettiğimiz köyde kasabada şehirde bir siyasi partiye üye olarak, buralarda gönüllü kültür elçisi olmalıyız. Birlikten her zaman güç doğar. Bunu ne İsviçre vatandaşlığı bulunan Türkler ne de Müslümanlar olarak kullanamıyoruz. Birlik olursak istediğimiz her siyasi partiye yön verir, dilediğimizde vekilleri derneğimize çağırır sorunlarımızı anlatabiliriz. İsviçre medyasında rahatsız olduğumuz haberlere de gerekli tepkiyi verebiliriz. Bir kaç bin üyesi oy potansiyeli olan her oluşumu siyasi partiler ciddiye alır işbirliği yapmak ister.
Çoğaldıkca bölünüyoruz
Baştaki Japon Atasözü gibi, biz çoğaldıkca bölünüyoruz. Birlikte maç seyredemiyoruz. Salonda konuşanı dinleyemiyoruz yuhluyoruz. Misafire saygı gösteremiyoruz. Birlikte bayram yapamıyoruz. Futbol konuşamıyoruz. Siyaseti konuşamıyoruz, birbirimizi dinleyemiyoruz. Kendimizden farklı düşünene karşı tahammülsüzüz. En kısa yoldan ya ses tonumuzu yükseltip karşıdakini bastırmaya çalışıyor, ya da kaba kuvvete başvuruyoruz. Ergenlik yaşlarımdan sonra kendimi bilgiğimden beri yazarlardan, yorumculardan ve bizi yöneten büyük adamlardan duyduğum en önemli çağrı birlik beraberlik çağrısıdır. Ramazan aylarında ''Şimdi birlik beraberlik zamanıdır'' diye alıştığımız konuşmaları duyarız. Bayramlarda siyasiler ve din adamları bu çağrıyı yapar. Yazılar yazılır. Hutbeler okunur bu konuda. Siyasetciler, dernek başkanları, futbol kulübü yöneticileri her kalabalığa hitap edişlerinde bu mesajı verirler. Doğal afetler sonrasında yine bizi idere edenlerin birlik beraberlik mesajlarını duyarız. STK'lar bir ara gelince aynı mesajları duyarız. Binlerce kere bu mesaj veriliyor dinleniyor olmasına rağmen bu mesajın yerini bulduğunu söyleyemeyiz. Kurulan sayısız siyasi partiler sendikalar dernekler...
Lokalde, kahvede toplanınca sıkca birlik beraberlik bir araya gelemediğimizden şikayet eder kopukluktan dert yanarız ama oradan ayrılınca yine ayrımlar devam eder. Aynı amaca matuf siyasi ve dini dernekler, Türk lokalleri kurarak 100 metre ötede aynı mahallede bir yenisi aynısı daha kurulur ayrılık devam eder. Her derneğin, sağcısı, solcusu vardır. Ayrıma giden bu yolculukta bölgecilik, cemaatcilik, dinci-dinsiz, A takım B takım C takım taraftarları, A cemaat, B Cemaat, memleketçilik gibi adlarla da karşımıza çıkmakta.
X köylüler derneği, Diyarbakırlılar, Çorumlular, Denizliler, Antepliler, Afyonlular, Egeliler, Karadenizliler, Trabzonlu veya Ankaralılar Derneğinin olması vb. derneklerin olması birlik-beraberliğin değil ayrımın sinyallerini veriyor.
Kurduğumuz her STK veya yüzlerce dernek sayısının artması birlik değil Türklerin aralarındaki dayanışmayı zayıflatıyor. Herhangi bir derneğe mensup kişilerin bir şeyleri bahane ederek onar, on beşer kişilik derneklere ayrılması sonucu çoğalmıştır. Bunun adına her ne kadar sivil toplum örgütü artışı denilse de, bu birlik beraberlik ruhunun taşınmadığının göstergesidir. Mezhep, göç edilen bölge gibi özellikleri ön plana çıkararak ayrılan Türklerin bu ayrışmaları gelecek adına endişe veriyor.