Son ay kuşkusuz Paris olayları dünya gündemini fazlasıyla meşgul etti. “Müslümanlar olarak ne bu ne bundan önceki din adına işlendiği belirtilen cinayetleri, terör ve şiddete dayalı hiçbir eylemi tasvip etmiyoruz.
Farklı açılardan kameralarla görüntülenen, anbean dünya televizyonlarına canlı servis edilen olayın sahnesinin yeniden analizini yapıp kim Charlie kim Charlie değili tartışmak yerine, biz Avrupa'da yaşayanların hayatını bu olay nasıl etkileyecek acilen önümüze bakıp, hepimiz bulunduğumuz alanda duruşumuzu yeniden gözden geçirmeliyiz. Sayısız Alman kanallarının olayın video görüntülerini kare kare analiz ederek, olaydaki soru işaretlerini tesbit ettiklerini gördük. Profesyonel bir örgüt işi olan bu olay ve bundan önceki olaylarda bir gün gün ışığına çıkacaktır.
Adı Müslüman olarak terörle ilintilerindirilen her haber sonrası ''Biz onlar gibi değiliz, biz terörist değiliz'' diye haykırmak istiyor veya çaresizce kendimizi savunmaya çalışıyoruz. Kendimizi anlatmak, birilerine haklılığımızı ifade etmeye çalışıyoruz. Ancak sadece ''Biz terörist değiliz'' demekle kendimizi anlatmak yetmiyor. Müslüman kuruluşlar, dernekler ve bizler artık kafamızı kuma gömmek yerine, İsviçre kamuoyunda Türk Toplumu'nun şiddet ve teröre her zaman karşı ve mesafeli olduğunu duyurmalıyız.
Müslümanların topyekün zan altında bırakıldığı haberlerden sonra İsviçre medyasına Boşnak, Afgan, Pakistan, Arap Müslüman kuruluşlarının başkanlarının görüşlerini görüyorum. Malesef bizim Türk derneklerinin başkanlarının görüşüne rastlayamıyorum. Sayıları bizden çok az olan ülkelerin kurumları bugün İsviçre'de her fırsatta İslam adına konuşuyor ve İslam'ı sahipleniyorsa, bizler bir şeyleri eksik yapıyoruz. 30-40 yıl öncesinin dernek ve stk anlayışı artık iflas etti. ''Biz değiliz, biz yapmadık '' diyerek kafamızı kuma gömerek insanların bizi anlamalarını bekleyerek önyargıları gideremeyiz.
Tüm dünya genelinde olduğu gibi, eline gazeteyi aldığında manşette ''İslamcı terör'' başlığı, akşam ailesiyle yemek masasında otururken televizyonu açan İsviçre'linin ''Müslümanlar saldırdı, İslami terör'' başlığıyla her iki güne bir gözünün içine sokulduğu bir algı operasyonu yapılmakta. En yakınında kapı komşusu, iş arkadaşı veya çocuğunun sınıfında bir Müslüman ailenin çocuğu bulunan bu insanlar doğal olarak bu olumsuz haberlerden etkilenecektir.
Her gün gözlerinin içine sokulan bu olumsuz haberlerle büyüyecek bugünün İsviçre'li çocukları, gelecekte işveren, öğretmen, başkan ve siyasetci olacak. Önemli konumlara gelecek bu insanların, medya üzerinden beyinlerine ekilen nefret tohumlarının, bizim gelecek kuşakların yaşamlarına ırkcılık ve islamafobi meyveleri olarak yansımaması için şimdiden doğru adımları atmalıyız.
Daha bugünden en yakınımızdaki İsviçre'li komşumuza, iş arkadaşımıza kendimizi doğru anlatıp, din adına kafa kesen, tekbir getirip insanları öldürenlerin dini nasıl kullandıklarını çok iyi anlatabilmemiz gerek. Bunları yapabilmek için, öncelikle hem kendimizin hem çocuklarımızın tarihi ve dini bilgilerini zengileştirmemiz gerekir. Dünyanın değişik coğrafyalarında din adına işlenen cinayetlerde öldüren "Allahüekber" diyerek düşürüyor tetiği veya çekiyor kamayı, ölen "Allahüekber" hırıltısıyla gömülüyor toprağa. Yaşamı boyunca hiç mecbur kalmadıkca savaşı emretmeyen Peygamberimiz (SAV) din adına kafa kesen, tekbir sesleriyle din adına kendi kardeşlerini öldürenlerin hangi yaptığını yapmış veya emretmiş?
Müslüman avı başladı
11 Eylül sonrası olduğu gibi Avrupa'da Müslüman avına başlandı. Avrupa'da birçok ülke terörle mücadele kapsamında yeni yasalar ve yasaklar çıkarmaya başladı.
İspanya'da polis şüpheli gördüğü kişinin pasaportunda Türkiye çıkışı damgası bulduğunda, bu kişiyi takip edip, gözaltına alabilecek. İspanyol polisi ülkenin özellikle turistik bölgelerinde veya havaalanı, metro ile otobüs terminalleri gibi yerlerde video çekimi yapan Araplar'ı engelleyebilecek. Aramalarda araçlarında bilgisayar bulunduran Müslümanlar ise bunu ne için kullandığını polise anlatmak zorunda kalacak. Benzer yasa ve yasaklar Avrupa'nın diğer ülkelerinde de yaygınlaşacak.
11 Eylül saldırılarının hemen ardından, Batı kamuoyunda terör ve şiddet olaylarını İslâm ile ilintilendirmeyi hedefleyen ciddi bir kampanya başlatıldı. Adı Müslüman olan her kişinin yaptığı dengesiz şiddet ve eylemin tanımını ''İslamcı terör'' olarak yapıyor. Dünyanın malum bazı ülkelerinden tek çıkışlı ajans haberleriyle, İsviçre medyasında da yayımlanan bilgi dezenformasyonu yayılıyor. Bir kimsenin suçlu olduğu mahkemelerce kanıtlanmadığı sürece o kimse masumdur. Ama son Paris olayı sonrası ve bir çok olaydan sonra, olayın delilleri incelenmeden soruşturulmadan dünyanın bazı haber ajansları olayı''islami terör'' diyerek servisi an itibariyle gerçekleştiriyor. Paris olayında da saldırıyı gerçekleştirenleri şüpheli teröristler diye tanımlamak yerine, ne hikmetse nasıl olay yerinde unutulduğu bilinmeyen kimliklere dayanarak olay dünyada ''İslami terör'' olarak servis ediliyor.
Müslümanların tamamını hedef gösteren bu algı operasyonu, İsviçre'de de yaşayan Müslümanların iş arkadaşına, kapı komşusuna, okulda, sporda, sokakta veya alışerişte sürekli birilerine karşı kendisini savunma mecburiyetinde bırakıyor.
Bu olay her Müslümana büyük sorumluluklar yükledi.
Hiç bir Müslüman, bir başka Müslümanın dini kullanarak Müslümanlığıa yakışmayan davranışını şiddetini savunmak zorunda değil. Ancak sadece terörü kınıyorum demek artık yetmiyor. Bu olay Avrupa'da yeni bir dönemi başlattı.
Bundan böyle kendimiz ve çocuklarımız günlük yaşamımızda her alanda, çocuklarımız okulda ve sporda arkadaşları tarafından gündeme ilişkin sorulara muhattap kalacaklar. Bir ev hanımının bile çamaşır yıkamak için indiği çamaşırhanede karşılaştığı yabancı komşunun hanımıyla selamlaştığında artık bu tür sorulara maruz kalabilir. Bu noktada artık dinimizi tarihimizi bilmeme ve yarım yamalak bilgi sahibi olma lüksümüz kalmadı. Karşılaştığım yabancıların araştırıp Kur'an-ı Kerim'den ayetlerden alıntılarla sorularına maruz kaldım. Karşınızdaki yabancının Kur'an'ı Kerim ayetleriyle size soru sorduğunda sadece ''Ben teröre karşıyım'' cevabı vermek, veya yabancının bildiği ayetleri bir Müslüman olarak hayatınımızda ilk defa duyuyor görüntüsü vermemiz karşıdakininin güvenini sarsar. Artık bundan sonra bu tür durumlarda ''ben teröre karşıyım'' demek karşıdaki insanları tatmin etmeyecek. Bize güvenen inanan iş arkadaşımız, kapı komşumuz gazetede okuduğu haberi veya televizyondan izlediği olayları bir Müslüman olarak bizim yorumlamamızı isteyecek, bizim yorumumuzu merak edecek. Belki kafasında oluşan kuşku ve önyargılarla beraber bizim olaylar hakkında ne düşündüğümüzü mutlaka duymak ve fazlasını bilgilenmek isteyeceklerdir.
İslami Terör algısı
Avrupa ülkelerinde ve kuşkusuz İsviçre'de yaşayan tüm vatandaşlarımızı öfkelendiren olay, basının bilinçli olarak kullandığı ''İslami terör'' kavramıdır. İşid ile ilgili haberde de, Boko Haram ile ilgili haberlerde de, Hizbullah, Taliban veya El-Kaida haberlerinde de bu başlık kullanılıyor. Televizyon kanallarında da olay bu şekilde duyuruluyor. Aynı gazete ve televizyonlar, öldüren Müslüman olunca ''İslami Terör'', dünyanın diğer coğrafyalarında işlenen cinayetler ve katliamlarda ise meşru müdafaa kavramı kullanılıyor. Hatta birinci sayfalarda yer bile bulmuyor.
Oysa eline silah alan, masum insanları öldüren şiddet uygulayan herkes teröristtir. Kimliğinde adının ne yazdığının önemi yok. 11 Eylül sonrası oluşan algıyla beraber malesef öldürülen Avrupa'lı veya belli milletlerden olunca katilin dini sorgulanıyor. Dayanışma yürüyüşleri gerçekleşiyor. Şu an yazıyı okumakta olduğunuz anlarda bile kimbilir kaç çocuk öldürülüyor, kaç ülkede bombalar patlıyor. Gazze'de, Afrika'da, Asya ülkelerinde her gün ölen ve öldürülen binlerce insanın katili niye hiç sorgulanmaz?
Pegida İsviçre'de yuvalanamaz
Almanya'da 200 eylemci ile başlayıp 20 bin sempatizana ulaşan İslam ve Türk düşmanı Pegida'yı güçlendiren şey, yukarıda saydığım olaylar. Pegida'nın İsviçre'de yandaş bulmaya çalıştığı ve eylemlere hazırlandığı konuşuluyor. Dış ülkeden gelen bir ırkcı oluşumun, doğrudan demokrasinin uygulandığı İsviçre'de yuvalanabileceğine ben inanmıyorum. Sorunlarımız çoğalıyor. Ülkenin ana dilini yazılı ve sözlü olarak mükemmel hakim olmalarına rağmen, çocuklarımızın gelecek yıllarda farklı sorunları olacak. 3. kuşağın sorunları var. 4. kuşakla ilgili endişelerimiz var. Etrafımızda olanları takip edip, doğru bilgilenip artık bilgi sahibi olmamızın şart olduğu bir sürece girdik.