Gerilim oluşturan siyâsi mülâhazalardan, çarpık sosyal ilişki haberlerinden, menbâ-ı dedikodu olan palavra fısıltılardan inanın ki bıktık.. Millet de usandı artık..
O onu demiş, öteki şunu söylemiş, gına geldi desem yeri var..
Bugün plağı biraz değiştireyim, gönül telleri şöyle bir titresin, bir ibretlik hikâyeyi aktarayım sizlere.. Kıssadan hisse çıkaralım hep birlikte.. Tefekkür edelim.. Yapabilirsek, bir de muhasebe yapalım..
Evet, Yahya Baba isimli zat, Sultan II. Beyazıd zamanında Edirne'deki Beyazıd Külliyesi'nin aşçılarından biri.. Arkadaşları, et, sebze, bakliyat vs. pişirir.. Onun ihtisası ise pilâvdır.. Mübarek, işe bir girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız.. "Pirinçleri Salâvat getirerek ayıklar, yağını Tekbirlerle eritir, tuzunu Besmeleyle koyar, suyunu ise Fatihalarla döker kazana.."
Sonra da gözlerini yumar ve Enbiyayı, Evliyayı, aracı yapar, Allah'tan bol bol bereket diler..
Onun pilâvı çok lezzetlidir, herkese yeter, hatta artar bile.. Fakat o tek pirinç tanesine bile kıyamaz.. Artanı Tuna Nehrindeki balıklara atar.. Hikmet-i Hüdâ, balıklar onun geleceği saati bilir ve köprü başında toplanırlar.. Günlerden bir gün Kilercibaşı Rüstem Ağa bakar ki pilâv artıyor, pirinci kısar.. Ama Yahya Baba kilercibaşına bir kere bile "verdiğin pirinç pilâv yapmak için az" demez!.. Kilercibaşı her gün pirinç miktarını biraz daha eksiltir ama Yahya Baba'nın pilâvı aksine çoğalır.. Gani bir şekilde herkes doyar.. Tuna'nın balıkları bile artanlardan nasibini alır.. Rüstem Ağa bu duruma son derece şaşırmıştır.. Ardından Yahya Baba'yı birkaç gün daha takibe alır ve durumdan iyice emin olunca Padişaha çıkar.. Olayı anlatır ve ardından kanaatini söyler; "Sultanım, bu Yahya Baba bir acayip âdem" der!.. Cennetmekân Sultan Beyazıd-ı Veli, Yahya Baba'yı merak eder ve Kilercibaşı ile bir plân yaparlar.. O gün Yahya Baba'ya her zamankinden daha da az pirinç verilir..O da her zamanki gibi okur, üfler ve Halık-i Zülcelal'den "Halil İbrahim Bereketi" diler.. Pilâv her zamanki gibi çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz.. Yemekler yenir, Yahya Baba artanları yine yüklenir ve Tuna'nın yolunu tutar.. Nehrin yanına gelir, tam kepçeyi daldırıp artan pilâvı balıklara atacakken bir anda Padişah ortaya çıkar.. "Bre ne oluyor, burada" der.. Ardından sesini daha da yükselterek bağırır; "Ey adam, devlet malını israf mı edersin yoksa!.." Yahya Baba'nın nutku tutulur.. Konuşan dili konuşamaz olur.. Ve esas keramet işte o zaman tecelli eder.. Balıklar kafalarını sudan çıkarırlar ve hep bir ağızdan şöyle derler; "Ey Sultan, koskoca devletin artığını bize çok mu görüyorsun!.." Bunun üzerine, "Aman Ya Rabbi" der, Padişah!.. "Binlerce kere tövbe!.. Ben ne yaptım?.. Senin Yahya kulunu niye böyle üzdüm?.. Sen ki, her an isyanda olan günahkâr kullarının bile rızkını gönderen Ulu Allah'sın!.. Ben ise sıradan bir kulum.. Bir garip Beyazıd'ım!..
Af eyle beni Ey Yüceler Yücesi.." Yahya Baba bu durum karşısında öylesine şaşırmıştır ki, anlatılamaz.. Mahcubiyetinden, secdeye kapanır ve gözyaşlarıyla Allah'ına sığınır.. Sultan Beyazıd-ı Veli onun yerden kalkmasını bekler, ancak nafile!.. Yahya Baba, ruhunu teslim edip kavuşmuştur Âlemlerin Rabbine!..
Yahya Baba'nın ve isimleri unutulmuş, nesilleri kesilmiş nice Allah dostlarının ruhlarına fatiha!..