NE BAYRAMLAR YAŞADIK!..

Değerli  dostlarım; bir mübarek Kurban Bayramı daha geldi çattı.. 
Bu vesileyle bizde bir Bayram nostaljisi yapalım.. 
Nostalji kelimesinden keyif alıyorum, zira hatıralarımla bütünleştiriyor beni.. 
Eski bayramlar unutulmaz!.. 
Herkes kendi yöresinde yaşadığı bayramları hatırlar.. 
Sorun Yozgat’lıya, sorun Erzurum'luya en güzel bayramların kendi memleketinde yaşandığını söyler.. Konya’lı da aynı şeyleri anlatır.. Bursa’lı, Malatya’lı, Trabzon’lu, Afyon'lu, Urfa’lı, Sivas’lı, Kars’lı, İzmir'li, Van'lı, Edirne'li de öyle.. 
Biz de İstanbul’luyuz!. 
Aynı şeyleri biz de düşünüyoruz ve derinden iç geçirerek “neydi o İstanbul’daki  eski bayramlar” diyoruz!..
Evet, çocukluğumuzda öyle bayramlara şahit olduk ki, yürekten “ahhh” çektiriyor!.. 
Mübarek Kurban Bayramının tatlı telaşı iki-üç hafta öncesinden sarardı insanları.. Herkes, işini gücünü bırakıp kurban telaşına düşerdi.. 
Aziz İstanbul’un doğup büyüdüğüm güzide semti Fatih’de de durum böyleydi.. 
Seneler öncesinden bahsediyorum.. İstanbul’da herkesin birbirini tanıdığı, sokak ve caddelerinde zarif hanımefendilerin, kibar beylerin arz-ı endâm ettiği, zarâfetin ve nezâketin had safhada olduğu o güzel yıllar!.. Gerçekten bambaşkaydı o zamanlar..
İnsanlar birbirlerine, riyasız ve cân-ı gönülden hâl-hatır sorup selam verirdi.. 
Fevzipaşa Caddesinin Edirnekapı ile İtfaiye arasındaki kısmında yürüyüşe çıkan insanların çoğu, birbirlerine ismiyle hitap ederlerdi.. 
Şimdi mumla arasanız bulamazsınız!. 
Nerede o insanlar?.. 
Gittiler!.  
Vagon vagon, katar katar gittiler!.. 
Yahya Kemal’in  Sessiz Gemi’sinde ifade ettiği gibi; 
"Bir çok ki giden, memnun ki yerinden, çok seneler geçti dönen yok seferinden!.."
Neyse, bayram nostaljimize devam edelim;
Bayram haftasına girildiğinde, heyecan zirveye çıkardı.. Fatih Camiinin sağ ve sol avlusu pıtrak gibi koçlarla dolup taşardı.. 
Burma boynuzlu, sakız koçlar!.. Çobanlar birde kına yakarlardı onlara.. Gören maşallah derdi.. 
Salına salına da yürürlerdi.. 
O zamanlar büyükbaş hayvan pek gözükmezdi İstanbul’da!.. Hep koç vardı.. Zaten İstanbul kasaplarındaki etiket tahtasında dana eti ender bulunurdu.. "Kıvırcık, Dağlıç, Karaman" diye koyun cinsleri sıralanırdı.. En çok rağbet gören kıvırcıktı.. Hele de Trakya kıvırcığı.. Lezzetine doyulmazdı.. 
Malta çarşısında ve yine Darüşşafaka caddesinin her iki yanında, Çarşamba’ya kadar bıçakçılar, bileyciler, vızır vızır çalışıp dururlardı.. 
Bir köşede de saman satıcıları vardı.. Koçu satın alan kişi bir balya da saman kaptığı gibi doğruca evinin yolunu tutardı..
Tabii evler şimdiki gibi apartman daireleri değildi.. Herkes, bahçeli ahşap evlerde otururdu!.. İçinde en az üç-beş meyve ağacının bulunduğu ve kümes hayvanlarının da olduğu o güzelim bahçeli evler!.. Meyve ağaçlarının bazıları hususi olarak bahçe duvarına yakın dikilmiş.. Ayvalar, armutlar, elmalar, bahçeden yola doğru sarkıyor. Anadolu kırsalında bir köyden bahsetmiyorum, aziz İstanbul’un bir mahallesini anlatıyorum.. Çocuk muhayelemde bu durumu anlayamamıştım.. Hatta babama da sormuştum.. Rahmetli babam cevaplamıştı bu durumu.. 
Meğer yoldan geçen yesin diye bu şekilde ekerlermiş ağaç fidelerini.. 
Göz hakkı olur, mahalleli de yesin, komşular da yesin ve meyveleri yetiştirenlere dua etsinler, diye!..  
Şu asil düşünceye, şu hamiyetli zihniyete bakın!.. 
Canını seveyim o ahşap mekanların!.. Tarih oldu hepsi...Şimdi, ruhsuz ve donuk betonarmenin maalesef esiri olduk..
Devam edelim bayram  muhabbetine.. 
Kurbanlık koç, bizim eve bir hafta önceden getirilirdi.. Kardeşimle beraber takılırdık rahmetli dedemin peşine, doğru Fatih Camiinin avlusuna, kurban almaya!.. 
Sert mizaçlı ama doğru sözlü bir adamdı rahmetli dedem!.. Arnavut Yaşar Ağa namıyla anılırdı.. Malta çarşısı esnaflarının hepsi kendisine hürmet ederdi.. 
Dedem, alışverişte önce hayvanın dişlerine bakar, sırtını sıvazlar, kaç kilo et vereceğini bile hesap ederdi.. Ellerin uzunca sallandığı çetin bir pazarlık sonunda iki adet Trakya kıvırcığını alırdı, ardından bir balya da ot, doğru eve!.. 
Koçları bahçedeki dut ağacına bir güzel bağlardık.. Otlarını, sularını verir onlara yaklaşık bir hafta gelinlik kız gibi bakardık.. Ta ki Bayram sabahı kurban edilecekleri dakikaya kadar!.. Ayrılık vakti geldiğinde ise, kardeşimle beraber pek üzülürdük, hatta ağlardık da!.. 
Dedem koçları kendisi keser, babam da yardım ederdi.. Ardından, ciğerinden ve bir miktar etinden yapılan kavurma, hâne halkı tarafından afiyetle yenirdi.. Daha sonra etlerin bir kısmı ev için, geriye kalanı ise ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere ayrılırdı.. Yemekten sonra yeni elbiseler giyilip ev halkıyla el öpülüp bayramlaşılırdı ve de harçlıklar cebe indirilirdi.. 
Sonra mı?.. 
Kardeşimle birlikte doğruca Kadıçeşme’deki bayram yerine.. 
Evet, yanlış duymadınız, bayram yerine.. 
Onlar da tarih oldu.. Şimdi yerlerinde yeller esiyor..  
Kıymetli dostlarım; işte böyle bir bayram nostaljisi yaptım.. 
İnanın bu yazıyı yazarken o günleri bir bir andım!. 
Huzur dolu bir bayram geçirmeniz temennisiyle..
Sevgiyle kalın..
Vesselâm..

Bu yazı toplam 1809 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Özey Arşivi