MÜLTECİLİK ZOR İŞ
Tarih boyu Osmanlı yurdu ümitsiz insanların iltica yeri oldu. Oğuz töresi, kim olursa olsun kendisine sığınanı geri vermeyi yasaklar.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci yazdı..
Mültecilik, daha ziyade I. Cihan Harbi’nden sonra çıkan bir meseledir. Ama bizim için çok daha eskidir. 1848 ihtilâlinden sonra giriştikleri istiklâl mücadelesinden mağlup çıkan Macar ve Leh vatanseverleri, Avusturya ve Rusya’nın elinden kaçıp Osmanlı ülkesine iltica etmişti. Bâbıâli, kendisini çok kritik siyasi vaziyete düşüren bu mültecileri, her ne pahasına olursa olsun iade etmeye yanaşmadı.
Bu hadise, İngiltere ve Fransa gibi hürriyete düşkün yerlerde çok müspet karşılandı. Hatta Londralı gençler, Osmanlı sefirinin arabasının atlarını çözüp kendileri çekerek tezahürat gösterdi. Bu mültecilerden bazısı, Müslüman olarak Osmanlı hizmetine girdi. İçlerinde nice meşhur devlet adamı ve askerler vardır. İstanbul yakınlarındaki Polonezköy (Adampol), o zaman Osmanlı Devleti’ne iltica eden Polonyalı mülteciler tarafından kurulmuştur. Bu hadise tarihte Mülteciler Meselesi diye bilinir.
Oğuz töresi
Dünya Müslümanları, dârülislâm olarak gördükleri Osmanlı ülkesine hicret etmek istedikleri zaman, Osmanlı hükûmeti kapılarını açmakta tereddüt etmemiştir. Kırım, Balkanlar ve Kafkasya’nın istilası üzerine, buradaki Müslümanlar, deniz veya kara yoluyla Anadolu’ya hicret etti. Yolda binlercesi öldü. Anavatana varabilenler, boş köy ve kasabalara yerleştirildiler. Bu büyük göç ve iltica dalgası, Demirperde’nin yıkılışından az öncesine kadar devam etti.
Sadece Müslümanlar değil, gayrimüslimlerden de bulunduğu yerde, inancı, ırkı veya yaşantısı sebebiyle ayrımcılığa maruz kalan kişi ve topluluklar, çareyi Osmanlı ülkesine sığınmakta gördü. Kendilerinden çok farklı bir kültüre sahip Osmanlı cemiyeti tarafından, hüsnü kabulle karşılandı. Hayatlarını istedikleri şekilde ve korkusuzca devam ettirme imkânı buldular. Hatta hükûmet, bu mültecilere karşılıksız vatandaş statüsü tanıdı.
Zira Osmanlı kültürünün esaslarından biri olan Oğuz töresi, kim olursa olsun misafire hizmeti emreder; kendisine sığınanı, düşmanına teslim etmeyi yasaklar. Bu sebeple eline silahı alıp gece boyu evin etrafında nöbet tutarak misafirini koruyan ev sahipleri çoktur. Osmanlı hükûmeti de, çok zaman bu uğurda savaşı bile göz almıştır. İslam kültürü de bunu emreder. Yıldırım Sultan Bayezid’in, Timur ile harbe girişmesinin bir sebebi budur.
Avrupalı mülteciler
Sultan II. Murad zamanında Fransa’dan tardedilen Yahudiler; 1470’de de Bavyera kralının ülkesinden kovduğu Aşkenaz Yahudiler; 1492’de İspanyolların elinden kaçan Endülüs Yahudileri (Sefaradlar); 1660’da Polonya ve Ukrayna’daki katliamdan kurtulan Aşkenazlar da Osmanlı ülkesine iltica etti. Yahudi tarihini anlatan kitaplar, tazyik altındaki Yahudilerin en çok iltica ettiği ve rahat yaşadığı yerin, Osmanlı ülkesi olduğunu açıkça yazar.
Sadece Yahudiler mi? Teslisi reddeden Üniterist mezhebinden Hıristiyanlar, Katolik tazyikinden kaçarak 1577’de Osmanlı hükûmetine tabi Erdel’e iltica ettiler. 18. asırda Rus Çarı I. Piyotr’un sakal yasağından kaçan Kazaklar, Rusya’yı terk ederek Osmanlı ülkesine iltica ettiler ve Manyas’a yerleştiler. Perhiz günlerinde de süt içmek gibi bazı inançlarında Ortodoks Ruslardan ayrılan Molokanlar da Osmanlılara iltica ederek sınırdaki Kars şehrine yerleştiler.
Gurbeti kim ister?
Memleketi terk etmek nadiren gönüllü olur; ekseriya ya iktisadi sebeplerle, daha da çok uğradığı baskı ve eziyet sebebiyle olur. Namık Kemal’in,
“Vatana me’luf olan, bisebeb terk-i diyar etmez
Zaruretsiz cihanda kimse gurbet ihtiyar etmez” beyiti meşhurdur.
Mülteci, iltica eden (sığınan) demektir. Dinî, etnik veya politik sebeplerle vatanından ayrılmak mecburiyetinde kalanlara denir. Bunlar da iki kısımdır: 1-Mensubu olduğu devlet tarafından vatandaşlıktan çıkarılanlar. 2-Baskı sebebiyle memleketini terk etmek mecburiyetinde kalanlar.
Pasaportun olmadığı zamanlarda, iltica hakkı hürmet görürdü. Mamafih bir memleket istilaya uğrayınca, halkı ya orayı terk eder, büyük ekseriyeti hayatına devam ederdi. Yeni hâkimlerin halkla bir problemi olmazdı. Onlar hayatın eskisi gibi yürümesini isterdi.
İltica meselesinin esasında dinî ve etnik müsamahasızlık yatar. Koyduğu keyfî kaidelere, istisnasız herkesin uymasını isteyen otorite, bunu temin edemeyince, ya imhaya, ya da topyekûn sürgüne müracaat ederdi. Mesela 1685’de bütün mezheplere hürriyet veren Nantes Fermanı’nın ilgası üzerine, Huguenot denen Fransız Protestanları mülteci mevkiine düştü. O devirde bir numaralı melce (ilticagâh) Osmanlı memleketleri olmuştur.
Ne para, ne ümit!
Eski haysiyet telakkisinin ortadan kalktığı ve insani meselelere hassasiyetin azaldığı XIX. asır sonlarında iltica hakkı ananesi bozuldu. Devlet sınırlarının daha sıkı korunması, kitle imha silahlarının artması ve kavmiyetçiliğin yayılması sebebiyle mültecilik problemi ortaya çıktı. İç savaşlar, etnik çatışmalar, totaliter rejimlerin çoğalması, mülteci meselesini alevlendirdi. Milyonlarca insan, işsiz, parasız, çaresiz ve ümitsiz bir şekilde vatanından ayrılmak zorunda kaldı.
1917 tarihli Rus ihtilalinden sonra, Çar taraftarları ile komünistler arasında iç savaş çıktı. Çar taraftarı Beyaz Ordu savaşı kaybedince, antikomünist Ruslar, savaş sebebiyle büyük sıkıntı içindeki Osmanlı Devleti’ne iltica etti. Gemiler 1917-1921 yılları arasında 200 bin civarındaki mülteciyi İstanbul ve Gelibolu’ya taşıdı. Cumhuriyet idaresi kurulunca, müttefik Sovyet Rusya’nın baskısı ile bunlar sınır dışı edildi. Çoğu Avrupa ve Güney Amerika’ya iltica etti. Bolşeviklerin elinden kaçarak mülteci olanların yekûnu 1,5 milyondur.
Naziler geldikten sonra Almanya, Avusturya ve Çekoslovakya’dan yüz binlerce şanslı! Yahudi Batı’ya iltica etti. 1936 İspanya İç Savaşı esnasında yüz binlerce kişi Fransa’ya; komünistlerin 1949’da Çin’e hâkim olmasıyla 2 milyondan fazla Çinli, Tayvan ve Hong Kong’a iltica etti. 1945’te Potsdam Konferansı kararı üzerine, çeşitli Avrupa memleketlerinde yaşayan Alman azınlıklar mülteci oldular. 12 milyon Alman, Doğu ve Batı Almanya’ya yerleştirildi. Yıkıldığı 1990’a kadar Demir Perde ülkelerinden binlerce kişi Batı’ya iltica etti.
Cinnah’ın hırsı
Tarihin en büyük mülteci meselelerinden biri 1947’de Hindistan’da ortaya çıktı. Bir asır devam eden İngiliz hâkimiyetinin yıkılması üzerine, aslında Müslümanların menfaatine Birleşik Hindistan fikrine karşı çıkarak, kıtadaki Müslüman ve Hinduların ayrı iki devlet kurması fikrinde ısrarcı olan ve bunu İngilizlere de kabul ettiren Şii-İsmaili lider Cinnah, bu dramın müsebbibidir. Kıtanın Müslümanlara verilen fakir toprağı Pakistan’daki Hindularla, bereketli taraftaki Müslümanlardan 18 milyondan fazla kişi mülteci oldu. Çoğu öldü. Ardından Doğu Pakistan’ın, Bengaldeş adıyla Pakistan’dan ayrılması esnasında (1971) 10 milyon kişi mülteci oldu.
Yunan İç Savaşı (1949), Kore Harbi (1950-1953), Macar İsyanı (1956), Küba İhtilali (1959), Komünist Çinlilerin Tibet’i işgali (1959), Vietnam’ın komünistlerce işgali (1975), Afganistan’ın Sovyetlerce işgali (1979) milyonlarca kişiyi evinden barkından edip mülteci yaptı. Almanya’nın bölünmesinden (1945), Berlin Duvarı’nın inşasına (1961) kadar 3,7 milyon kişi mülteci oldu.
Bir başka dram da Filistin’de yaşandı. 1948’de İsrail’in kuruluşu üzerine yüz binlerce Filistinli, Lübnan, Ürdün, Mısır ve Suriye’ye iltica etti. Şu anda üçüncü neslin acıklı bir hayat yaşadığı mülteci kampları hâlâ mevcudiyetini devam ettirmektedir.
Vatansızlara pasaport
Sömürge imparatorluklarının dağılması, nesiller boyu sömürgelerde yaşayan binlerce ana vatanlının mülteci vaziyetine düşmesine yol açtı. Asya ve Afrika’dan İngilizler, Çin Hindi ve Kuzey Afrika’dan Fransızlar, Libya’dan İtalyanlar, Endonezya’dan Hollandalılar kafileler hâlinde memleketlerine döndü. 1950’lerden sonra Asya ve Afrika devletlerinin istiklalini kazanması üzerine 1980’de 4 milyonu bulan büyük mülteci dalgaları doğdu. Kafkasya ve Balkanlardaki huzursuzluklar ve çatışmalar yüzünden binlerce insanı mülteci oldu.
Bu sefer Milletler Cemiyeti bu meseleye sahip çıktı. Haymatlos denilen vatansızlara verilmek üzere 1922’de Nansen Pasaportu ihdas edildi. Norveçli diplomat Nansen, Milletler Cemiyeti Mülteciler Komisyonu direktörü idi.
1936’da Nazilerden kaçanlar için yardım büroları kuruldu. 1938’de Evian’da kurulan Mülteciler Komitesi, birçok devleti bir araya getirdi. Ama bunlar fazla bir varlık gösteremedi. II. Cihan Harbi’nden sonra BM’e bağlı Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruldu. O zamandan bu güne dünyanın her tarafındaki mültecilerle imkânlar nispetinde alakadar olmaktadır. Mülteciler meselesini tanzim eden1951 tarihli Cenevre Mukavelesi’ni Türkiye 1961’de kabul etmiştir.
Tek Parti’nin mülteciler karnesi
Cumhuriyet devrinde Tek Parti idaresinin mülteciler karnesi, selefleri gibi değildir. Bilakis 1908’de iktidarı ele geçiren Jön Türkler, milyonlarca Osmanlı vatandaşının mülteci statüsüne düşmesine yol açmıştır. İttihatçıların fikriyatını beğenmediği münevverler, çareyi Avrupa’ya iltica etmekte bulmuş; kaçamayanlar ya asılmış, ya hapse tıkılmış veya sürgüne yollanmıştır.
Bir yandan kaybettikleri Rumeli topraklarından gelen yüz binlerce Müslüman mülteciye mukabil, 1913’ten itibaren evvela Rum, ardından Ermeni asıllı yüz binlerce Osmanlı vatandaşlarını yurtlarından ederek büyük bir mülteci meselesi meydana getirdiler. Lozan Muahedesi icabı yapılan 1924 mübadelesiyle, Yunanistan’da yaşayan 400 bin Müslüman ile, Türkiye’de yaşayan 1 milyona yakın Ortodoks yer değiştirerek mülteci vaziyetine düştüler. Bu devirde Türkiye’ye iltica eden nadir meşhur mültecilerden biri komünist lider Troçki, Stalin tarafından kovularak, 1929’da Türkiye’ye iltica etti. Bir müddet İstanbul’da yaşadı.
Niye savaşmadınız?
Başta Osmanlı hanedanı olmak üzere, eski devrin adamı sayılan niceleri sınır dışı edilerek mülteci sıfatıyla yaşamıştır. Tek Parti ve onu takip eden kontrollü demokrasi yıllarında fikirleri resmî ideolojiye uymayan nice ilim, fikir, sanat ve siyaset adamları, Avrupa’ya iltica etmiştir. Hükûmete karşı askerî bir komplo olduğu ortaya çıkan 6-7 Eylül 1955 hâdiseleriyle başta Rum olmak üzere çok sayıda Türk vatandaşı gayrimüslim yurt dışına iltica etmek zorunda kalmış; Kıbrıs hadiselerinin ardından çıkarılan 1964 Kararnamesi ile 50 bin kadar Rum sınır dışı edilerek mülteci pozisyonuna düşmüştür.
1936, 1950, 1978 ve 1989 anlaşmaları ile Bulgaristan’dan milyona yakın muhacir kabul edildi. Yugoslavya ve Romanya’dan da çok sayıda muhacir kabul edilmiştir. Bugün Türkiye’de yaşayan nüfusun yüzde 25’i yakın zamanda göç veya iltica yoluyla buraya gelmiştir. Diğerleri de IX. asırdan beri bu topraklara iltica eden halkların soyundandır. Anadolu Türklerinin ekseriyeti XIII. asırda Moğolların önünden kaçarak bu topraklara gelen mültecilerin soyundandır. 1828’den itibaren 2 milyondan fazla Müslüman Kafkasya’dan; 1877’den beri 1 milyonu aşkın Müslüman Rumeli’den Anadolu’ya sığınmış; kimse onları “Niye savaşmadınız?” diye suçlamamıştır.
En fazla mülteci Türkiye’de
Türkiye’nin kendi ırkından olmayanları mülteci olarak kabul etmesi 1980’lerden sonraki demokratikleşme hareketinin bir neticesidir. Saddam’ın zulmünden kaçabilen Kuzey Iraklı Kürtler birkaç dalga hâlinde Türkiye’ye iltica ettiler. Arkasında dış güçlerin de rolü bulunan Suriye İç Savaşı’nın başından beri milyonlarca Suriyeli, Türkiye başta olmak üzere komşu ülkelere ve Avrupa’ya iltica etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Türkiye’deki sayısı 1,7 (gayriresmî 4) milyon olduğu tahmin edilen bu mültecilerin bir kısmı meslek veya servet sahibi olduğu için, göze çarpmadan hayatını sürdürmektedir. Böyle olmayanlar ise mülteci kamplarında acıklı bir hayat yaşamaktadır. Dalganın kendisine bulaşmasını istemeyen Avrupa Birliği bu mülteciler fon ayırmıştır. 2016’da AB ile Türk hükûmeti arasında imzalanan mülteci mutabakatına göre yürümektedir. Bununla AB, 6 milyar avro yardım taahhüdünde bulunmuş; 2016-2017’ye ait 3 milyarlık kısmı ödemiştir. 2018-2019 için tahsis edilen 3 milyar da tedricen ödenmektedir.
Bu yardımlar Kızılay gibi müesseselerce mültecilere ulaştırıldığı için, göze gözükmemekte; bazılarını nedense rahatsız etmektedir. İnsanların empati yapmadan, kendilerine benzemeyenleri ötekileştirmesi normaldir. Hele menfaatine dokunduğunu hissederse, kendinden olanı bile ötekileştirebilir. Türkiye’ye gelen Çerkez, Tatar, hatta Rumeli muhacirlerine hükûmetin verdiği sınırlı imkânlar bile yerli halkın kıskançlığına sebep olmuş, bunlar Türk ve Müslüman olduğu hâlde rahatça ötekileştirilmiştir. Hâlbuki coğrafya bir kaderdir. Gerek bunun, gerekse millî vicdanın icabı olarak bazı sıkıntılara katlanmak zaruridir.
Türkiye, dünyada en fazla mülteci barınan ülkedir. Resmî rakamlara göre Pakistan’da 1,4; Uganda’da 1,1; Almanya’da 1 milyon; İran’da 980; Lübnan’da 974; Bengladeş’te (çoğu Arakanlı) 943; Etiyopya’da 920; Sudan’da 908 bin mülteci vardır. Nüfusu 10 milyon olan Ürdün’de 3 milyon Filistinli ve Suriyeli mülteci olduğuna göre, nüfusun 1/3’i mülteci demektir ki, yükü Türkiye’den daha ağır olduğu hâlde, Ürdün halkının pek sesi çıkmamaktadır. Türkiye’de 1.000 vatandaşa 45 mülteci; Lübnan’da 156 mülteci düşüyor.
Bu haber toplam 2851 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.