CENEVRE’DEN ÇANAKKALE’YE İSVİÇRE SAATLERİNİN OSMANLI SERÜVENİ ÜZERİNE

CENEVRE’DEN ÇANAKKALE’YE İSVİÇRE SAATLERİNİN OSMANLI SERÜVENİ ÜZERİNE

Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından yaklaşık 2 ay sonra, 16 Ocak 1939’da Türkiye’deki gazetelerde, “Çanakkale’de Atatürk’ün Hayatını Kurtaran Saat” başlığıyla bir ilân yayınlanır:

Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından yaklaşık 2 ay sonra, 16 Ocak 1939’da Türkiye’deki gazetelerde, “Çanakkale’de Atatürk’ün Hayatını Kurtaran Saat” başlığıyla bir ilân yayınlanır: “Bir fabrika saati 250 bin Franga almak istiyor. İsviçre’deki maruf saat fabrikası, İzmir’deki mümessiline gönderdiği bir telgrafnamede, Conkbayırı’nda Atatürk’ün hayatını kurtaran saatin aslının veya fotoğrafının kimde bulunduğunu bildirene 1000 İsviçre Frangı vereceğini, saati de 250 bin Frank’a satın alacağını bildirmiştir.” Bu ilâna müteakip, Mustafa Kemal’in Çanakkale muharebelerinde hayatının kurtulmasına vesile olan İsviçre cep saati üzerine Türkiye kamuoyunda bir tartışma başlar. Mustafa Kemal Atatürk ise Çanakkale muharebelerinde yaşanmış olan bu hadiseyi, şöyle anlatır: “Conkbayırı tepesi askerlerimizin eline geçtikten sonra düşman karadan ve denizden tevcih ettiği seri ve kesif topçu ateşiyle Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Semadan şarapnel, demir parçaları yağmuru yağıyordu. Büyük çaplı deniz toplarının tam isabetli daneleri yerin içine girdikten sonra patlıyor, yanımızda, kenarımızda büyük lağımlar açıyordu. Bütün Conkbayırı kesif dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes mütevekkilâne akıbete muntazır duruyordu. Etrafımız şühedâ ve mecrûhin ile doldu. Muharebe meydanında cereyan eden hali temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma nüfuz edemedi. Yalnız kalınca derin bir kan lekesi bıraktı. Bu saat enkazını bilâhare, bugünün hatırası olmak üzere, Liman Paşa’ya verdim. O da aile asalet armasını hâvi, kendi saatini bana verdi.”  Mustafa Kemal’in Conkbayırı’nda hafif yaralanmasıyla sonuçlanan bu hadise ve ardından parçalanmış olan bu saati Liman von Sanders’e hediye edişine ilişkin sahnenin, o anda muharebe sahasında bulunan Nuri Conker, Yarbay Servet Bey, Kurmay Albay Mehmed Bey ve 9. Tümen Komutanı olan Alman subay Hans Kannengiesser gibi birçok yerli ve yabancı şahitleri vardır. 1939 yılının başlarında Türkiye’de kamuoyunu meşgul eden Omega marka bu İsviçre saatiyle ilgili basında birçok spekülasyon gündeme gelir; kimi iddialara göre saat, İnkılâp Müzesi envanterindedir, lâkin bu iddia, yanlış çıkmıştır. Yine aynı günlerde İsviçre’deki malum saat fabrikasının bir temsilcisi de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun, Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı muharebelerinden sağ çıkmasına vesile olan bu saati aramak için İstanbul’a gelmiştir. Bu Omega saati Mustafa Kemal’e kimin verdiği ise o gün olduğu gibi bugün de bir muammadır. Ruşen Eşref gibi dönemin kimi şahitleri “Paşa’nın kırılan saati Mekteb-i Harbiye’den beri sakladığı Omega markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş” derken, ölümünden sonra bu saati bulmaya mesai harcayan Omega firmasının temsilcisi Fazlı Balkan, saatin “ana yadigarı” olduğunu ileri sürmüştür; Afet İnan ise “baba yadigârı” olduğunu ifade eder. Atatürk’ün kendisi ise hayatında büyük bir manevi değeri olan bu saati kendisine kimin hediye ettiğinden ya da kimden miras kaldığından hiç söz etmemiştir. Ancak kesin olarak bildiğimiz bir husus var ki Mustafa Kemal’in askeri talebelik yıllarında İsviçre saatleri, Osmanlı toplumunda sağlamlığıyla tanınan ve halk arasında en popüler saatlerdi.  

Osmanlı toplumunda zaman algısı, son yıllarda sosyal tarihçilerin gittikçe ilgi ve araştırma alanlarından biri hâline geldiğinden, Osmanlıların geçmiş ve gelecek tasavvurları, metinler üzerine semantik araştırmalar yoluyla artık araştırmacıların üzerine daha fazla kafa yordukları bir meseledir. Zamanın ölçümünü, ancak daha da önemlisi zamanın yönetimini temsil eden saatin Osmanlı toplumundaki hikâyesi üzerine araştırmalar yetersiz olsa da toplumun dönüşüm sürecinde sembolik bir meta hâline gelişinin serüveni, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın birçok yönüyle sosyolojik bir eleştiri mahiyetindeki romanında abideleşti. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, modernleşen Türkiye toplumunun hikâyesini, adeta beşeri bilimleri edebiyatla birleştiren bir yaklaşım yanında, sarkastik ve ironik gözlemlere de yer vererek muhteşem bir retorikle ele aldığı gibi, Türkçe’nin 20.yüzyılın ortalarında ulaştığı zenginliği ispat etmesi bakımından da Türk edebiyatının zirve eserlerinden birini temsil ediyordu. Tanpınar, romanının giriş sayfalarında şöyle yazmıştı: “Herkes bilir ki, eski hayatımız saat üzerine kurulmuştur. Hattâ sonraları Muvakkit Nuri Efendi’den öğrendiğime göre Avrupa saatçiliğinin en büyük müşterisi daima Müslümanlar ve onlar içinde en dindarı olan memleketimiz imiş… Her türlü ibadet saatle idi…Bir taraftan bugününüzü ve vazifelerinizi tâyin eder, öbür taraftan da peşinde koştuğunuz ebedî saadeti, onun lekesiz ve ârızasız yollarını size açardı.

Tanpınar’ın da vurguladığı üzere gerçekten de Avrupa saatçiliğinin en büyük müşterilerinden biri Osmanlılardı. Feza Çatmut ve Otto Kurz başta olmak üzere Osmanlıların saat ile serüveni üzerine çalışan yerli ve yabancı araştırmacılar, 17.yüzyıldan itibaren İngiltere ve Kıta Avrupası’ndaki saat üreticileri için Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli pazarlardan biri hâline geldiğini göstermektedirler. Avrupa tarihinde saat imalâtının önde gelen temsilcisi olan İsviçreli ustaların saatleri de erken modern dönemden itibaren tüm dünyada olduğu gibi önce Osmanlı seçkinleri arasında, daha sonra da Osmanlı toplumu arasında gittikçe daha fazla ilgi görmeye başlamıştır. Cenevreli saat ustaları ve tüccarlarının en azından 1602’den itibaren İstanbul başta olmak üzere, Osmanlıların kontrolündeki Levant şehirlerine seyahat ettiklerini, Osmanlı payitahtına yerleştiklerini biliyoruz. Daha da önemlisi, bu saatçilerin etrafında gelişen ve Congrégation de Genève olarak bilinen İsviçreli bu topluluk hakkındaki kaynaklara bakıldığında, 1725 yılında İstanbul'da en az 85 kişiden oluşan 20 Cenevreli ailenin yaşadığını görüyoruz. 1737’de başlıca meşgalesi saatçilik olan bu İsviçreli topluluğa mensup 160 kişi İstanbul’da yaşamaktadır ve o dönemde Osmanlı topraklarında İsviçrelilerin bir diplomatik temsilciği olmadığından bu Cenevreli saatçiler, Fransız sefaretinin resmî himâyesi altındaydılar. Ancak tarihçiler, 18. yüzyılın sonunda bu Cenevre topluluğunun izinin kaybolmasını, Cenevre saatçiliğinin 1785’ten itibaren içinden geçtiği krize bağlarlar. Nitekim bu dönemden itibaren İsviçre’de de saatçiliğin merkezi, Neuchâtel gibi daha düşük maliyetle saat üretebilen başka bir bölgeye kayar. Yine de 17.yüzyılın başından itibaren İstanbul’da, yerli saatçiler yanında bir de İsviçreli ustaların etrafında gelişen bir saatçilik zanaatinin varlığı, bu tüccar ve ustaların Cenevre'nin hali vakti yerinde olan kesimlerinden geldikleri ve hatta bazılarının aileleriyle birlikte İstanbul'a yerleştiği bilinir.

 

17.yüzyıldan itibaren Almanya, İngiltere, Fransa ve İsviçre’de, Osmanlı pazarına yönelik olarak üretilmiş özel tasarımlı, Osmanlı rakamlarından oluşan kadranların kullanıldığı saatler gittikçe ilgi görmeye başlar. Piyasada genellikle “Türk saati” olarak tanınan bu saatlerin üretim hacmi de gittikçe artar. Belirtmek gerekir ki Osmanlı pazarı için İsviçre’de üretilmiş olan astronomik saatler de tıpkı cep saatleri gibi bugün birçok müzenin gözde parçaları arasında yer alır. Kesin olarak bildiğimiz bir başka husus, İstanbul ile Cenevre arasında saat ticareti yapan, bu saatleri Osmanlı şehirlerinde pazarlayan saat tüccarları, evvela Cenevre saatçiliğinin daha sonra da Neuchâtel saatçiliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Ayrıca İstanbul başta olmak üzere belli başlı Osmanlı şehirlerinde, Levant'ta satılan saatlerin bakım ve onarımından sorumlu olan ve bu saat tüccarlarının işe aldıkları İsviçreli saat ustaları da vardı. Arlaud ailesi gibi bunlardan bazılarının birkaç nesil boyunca Osmanlı topraklarında yaşadığını da biliyoruz. 1632'de Cenevre'de yerleşik bir saatçi olan Antoine Arlaud, Osmanlı pazarına yönelik ay hareketli saatler üretmiş, oğullarından ikisi 1650’lerde İstanbul’a yerleşmek için İsviçre’den ayrılmış ve torunlarından bir kısmı da İstanbul'da saatçilik mesleğini yürütmeye devam etmiştir. 1760’lara gelindiğinde Cenevreli Arlaud ailesinin fertleri, yaklaşık yüz yılı aşkın bir süredir İstanbul'da saatçilik mesleğini icra ediyorlardı. Lâkin İsviçre saatçiliği, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki asıl atılımını, üretimin Neuchâtel dağlarına kaymasından sonra, yani 18.yüzyılın sonundan itibaren yapacaktı.

18.yüzyılda İsviçre saat ustaları, o döneme kadar Osmanlı pazarını büyük ölçüde elinde tutan İngiliz saat imalâtçılarına karşı en önemli rakip olarak ortaya çıktılar. İsviçre saatçileri, İngilizlerin Osmanlı pazarı için tasarladıkları kadran şemalarını, mekanizmaları, altından yahut gümüşten üretilen kasaları kısmen taklit etmişler, ancak kendi tarzlarını da yansıtarak Osmanlı seçkinleri için İngilizlerinki kadar kaliteli ve daha da önemlisi Osmanlı toplumu için ise daha ucuz üretim yapma iddiasındaydılar. Cenevre ve Neuchâtel merkezli bu saatçiler, İngilizlerin Osmanlılar için ürettikleri saatleri taklit ederek kendilerine Levant’ta, yani Osmanlı hâkimiyetindeki Doğu Akdeniz kıyılarında oldukça kârlı ve geniş bir pazar oluşturdular. Bu noktada Cenevre saat üreticilerinin, Osmanlı pazarı için 19.yüzyılda saat parçası üretiminde de önemli bir rekabet düzeyine ulaşacağını vurgulamak gerekir.

Neuchâtel kökenli saat zanaatkârı bir aileden gelen Abraham-Louis Breguet’nin (1747-1823) Osmanlı hanedanı için yaptığı saatler, hem işçilik hem de kalite bakımından 18.yüzyıl sonu ve 19.yüzyıl başında saray mensuplarının kullandıkları saatler arasında en özel ve en ayrıcalıklı saatler arasındaydı. Breguet ailesinin Fransa adına III.Selim ve II.Mahmud’a hediye edilmek üzere yaptığı bu saatler, bugün dahi olağanüstü kıymete sahiptir. Bunların birçoğunun kasaları ve parçaları ise Cenevre’de imal edilmiştir. Ayrıca Breguet’nin yaptığı Pendule Sympathique’in bugün Topkapı Sarayı koleksiyonundaki en özel parçalardan biri olduğunu da unutmamak gerekir.  Breguet’den sonra İsviçreli saat ustalarının şöhretleri, Osmanlı topraklarında gittikçe yayılmıştır. 19.yüzyılın ilk yarısında Rochat kardeşlerin Cenevre’de ürettikleri saatlerin en nadide numuneleri, İstanbul’a gönderilmiştir. 19.yüzyılın ikinci yarısı ve 20.yüzyılın başında İsviçreli saat ustası Jules-Louis Audermars’in (1851-1918) Osmanlılar için özel ürettiği cep saatleri, İstanbul seçkinlerinin en fazla tercih ettikleri saatler arasındadır. Yine bu dönemde Osmanlılar için saat üretimi yapan firmaların başında, La Chaux-de-Fonds’daki Courvoisier Frères firmasının sahibi, Philippe-Auguste Courvoisier (1803-1873) gelir. Courvoisier’nin reformist Sultan Abdülmecid’e özel olarak tasarlayıp ürettiği saatler Tanzimat döneminde, özgün tasarımlı İsviçre saatlerinin modernleşen Osmanlıların en önemli mücevher ve takılarından biri hâline geldiğine işaret eder. İsviçreli saat ustalarının Osmanlı hanedanı için sipariş üzerine veya hediye edilmek üzere ürettiği özel cep saatleri, bugün Topkapı Sarayı başta olmak üzere İstanbul ve Cenevre’deki müzelerin nadide koleksiyonları arasında yer alır.

İmparatorluğun son döneminde Cenevre ve Neuchâtel’deki saat imalâtçıları, Osmanlı topraklarındaki pazar paylarını arttırmak için çeşitli pazarlama stratejileri geliştirmişlerdi. Sultanlara, hanedan üyelerine veya devlet ricâline mahsus üretilmiş saatleri saraya veya Bâbıâli’ye hediye etmek suretiyle reklam yapmak, bu pazarlama stratejilerinin bir parçasıydı. Örneğin 1905 yılında, Neuchâtel’deki Pierre adlı bir imalâtçı, Sultan II.Abdülhamid için altından bir saat kasası tasarlayarak ürettiği çok özel bir saati, Yıldız Sarayı’na hediye etmiştir.

İsviçreli saat imalâtçıları arasında Billodes, yani bugünkü Zenith saat firması, 19.yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı pazarına en etkili şekilde giren İsviçre saat firmalarının başında gelir. Billodes, Osmanlı pazarında en popüler saatlerden biri hâline gelen Serkisoff gibi markalara da mekanizma ve parça üretip temin edecek kadar pazarda söz sahibi olmuştur.

İsviçre saatlerinin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki öykülerine ilişkin izlere, Osmanlı arşivlerindeki belgelerden ulaşmak da mümkündür. Bu belgelerden anlaşıldığı kadarıyla La Chaux-de-Fonds’daki saat üreticilerinin birçoğu, Osmanlı İmparatorluğu’nda ticarî temsilcilikler bulundurmakta, yerel düzeydeki pazarlama ve bürokrasi ile ilgili işlerini bu temsilcilikler aracılığıyla yürütmekteydi. Mesela Hesperus fabrikası bunlardan biriydi ve Hesperus’un Osmanlı pazarındaki pazarlama stratejileri, bir dönem yasal sorunlara dahi neden olmuş, firma ile Osmanlı hükûmeti karşı karşıya gelmiş, sorunlar mahkemeye intikâl etmiştir. Bu tür sorunların arka planına bakıldığında, o dönemde Osmanlı saat pazarında faaliyet gösteren İngiliz ve Fransız firmaları başta olmak üzere Avrupa’daki diğer saat üreticilerinin, İsviçre firmalarının Osmanlı topraklarındaki ticaret hacimlerini sınırlamak için İstanbul’daki nüfûzlarını devreye soktuklarını düşünmek de mümkündür. Nitekim özellikle imparatorluğun son yarım asrında İsviçre saat firmalarının imparatorluğun birçok şehrinde geniş bir Pazar hacmine sahip olduğu görülüyordu. Enigma, Juvenia veya Sonor gibi İsviçre firmalarının, Osmanlı toplumu için daha mütevazi ve daha erişilebilir saatler ürettiği de anlaşılıyor. Bunlar arasında Sonor’un 20.yüzyılın başında çift zamanlı saat üreten firmalardan biri olduğunu belirtmek gerekir. Splendid saatleri ise özellikle kadran ve kasa tasarımlarıyla oldukça incelikli saatlerdi. Diğer yandan Le Chaux-de-Fonds’nun Dumond Guinand gibi tanınmış saat ustalarının Osmanlı pazarı için ürettikleri altın kasalı saatler ise Osmanlı seçkinleri arasında ilgi görüyordu.    

Bu noktada yine İsviçreli bir firma olan Longines’e bir parantez açmak gerekir. Longines’in ürünleri, geç Osmanlı döneminde imparatorluk topraklarında en fazla satılan cep saatlerinden biriydi. Longines’in en önemli özelliği, Osmanlı pazarı için ürettiği saatlerde geliştirdiği ikili kadran sistemiyle aynı zamanda dünya saatçilik tarihinde de adeta bir devrim yapmasıydı. 1908'de firmanın ustaları, iki saat dilimini gösteren Longines cep saatini Osmanlı topraklarındaki müşterileri için tasarladı. Bu ürün, hem Türkiye'deki hem de Fransa'daki yerel saatin aynı mekanizmada çalışmasını mümkün kılan çift saat ve dakika göstergesini aynı kadranda birleştiren bir sisteme sahipti. İlk başta sadece Osmanlı pazarı için üretilen bu saat, o dönemde Montre turque à deux tours d’heures yani “Çift dönüşlü Türk saati” olarak tanındı ve 1911'de firma, bu tasarımın patentini alarak dünyada saat teknolojisinin tarihinde de önemli bir yeniliğe imza attı. Bu yeni saat mekanizmasının Batılılaşan Osmanlıların gündelik hayatında da sembolik bir önemi olduğu düşünülebilir; Osmanlı seçkinleri, imparatorluğun günbatımında zamanı, hem Doğu’ya hem de Batı’ya göre yaşamaya başlamışlardı. İsviçreli saat ustaları ise yüzü Avrupa’ya dönen yeni Osmanlıların zaman algılarını, bu tasarımlarına yansıttılar. Ancak daha da önemlisi 20.yüzyılın ilerleyen yıllarında Longines’in bu tasarımından yeni ve zengin bir kol saati sistemi gelişecek olmasıydı.

20.yüzyılın başında Osmanlı topraklarındaki en meşhur saatlerin başında, II.Abdülhamid tarafından İzmir’de yaptırılan Saat Kulesi vardır. Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’nin en gözde koleksiyonları arasında yer alan İzmir Saat Kulesi’nin maketi, Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışının 25.yıldönümünde, İzmir Belediyesi tarafından Pera’daki kuyumcu ustalarına som gümüşten yaptırılmış, kulenin dört tarafına ise dört adet İsviçre cep saati monte edilmiştir. Bir bakıma İsviçre saatçiliği, geç imparatorluk devrinin en önemli simgelerinden biri olan İzmir Saat Kulesi’nin hikâyesinde de iz bırakmıştır. Nitekim II.Abdülhamid döneminde, Mekteb-i Harbiye talebelerinin veya Osmanlı subaylarının İsviçre saatlerine olan merakları da bilinen bir husustur. Yüzyılın ilerleyen yıllarında Zenith firması başta olmak üzere İsviçre saatleri, yine bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin demiryolları ve ordu personelinin kullandığı cep saatlerinin başında gelecektir.  

Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’de hayatını kurtaran saate dönecek olursak; Peyami Safa, 1939’daki bir gazete makalesinde şöyle yazdı: “Dünkü Cumhuriyet’te okudum: İsviçre’de bir saat fabrikası, İzmir’deki acentesine gönderdiği bir mektupta, Çanakkale’de Atatürk’ün hayatını kurtaran saati bulana 250 bin Frank ve bu saatin kimde olduğunu bildirene de bin Frank vadetmiştir. Acaba İsviçreli fabrika, bu teklifi Atatürk’ün büyük hatırasına mı, yoksa üstüne isabet eden kurşunu geri çevirerek bir kumandanın hayatını kurtaracak kadar sağlam herhangi bir saate mi kıymet verdiği için yapıyor? Her ikisine de. Çünkü bu saat alelâde bir adamın hayatını kurtarsaydı, ilk kadehini Napoléon için ayrıca kıymetlenen meşhur bir Fransız konyağının reklamı gibi, büyük cazibesini tarihten almış olmaz ve 250 bin yeni saate muadil bir kıymet kazanamazdı. Fakat bu teklifi yapan bir müze idaresi değil de bir saat fabrikası olduğu için, herhalde kahraman sahibine olduğu kadar, saatine de kıymet verdiği anlaşılıyor.” Peyami Safa, makalesini şöyle bitiriyordu: “Dünyada, bu derecesinde bile, hiç şüphesiz pek çok sağlam İsviçre saati vardır; fakat ebedi hatırasıyla bizim ana yurdumuzda biriciktir...

Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra kamuoyunda tekrar gündeme gelen iddialara göre bu saat, General von Sanders’in ölümünden sonra, müzayede yoluyla satılan eşyaları arasındaymış ve bir Amerikalı tarafından alınmıştır. Ancak Atatürk’ü ölümden kurtaran bu saat hakkında 1939’da Berlin’deki Türkiye Büyükelçiliğine mektupla bilgi veren bir Alman profesöre göre saat, “Longines firmasının anahtarlı bir gümüş saati”ymiş ve Liman van Sanders’in ölümünden sonra bir Amerikalı’nın değil, bir Avusturyalı’nın eline geçmiş. Fakat bu iddia da doğrulanamamıştır. 20.yüzyıl Türkiye tarihinin en önemli hadiselerinden birine tanıklık etmiş bu İsviçre saatinin akıbeti, hâlâ merak konusudur.

Tüm çabalarına karşın saati bulamayan Omega firması ise seneler sonra, 10 Kasım 1966’da, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde Türkiye’deki gazetelere şöyle bir ilân verir: “Bir Kahramanın Hayatını Kurtaran Saat.  Çanakkale’de Conkbayırı’ndaki korkunç savaşlarda yaralanan Anafartalar Cephesi Kumandanı Mustafa Kemal’in ölümden kurtulduğunu hemen herkes bilir.  Fakat birçok kimsenin bilmediği nokta bu saatin bir Omega olduğudur.” Elbette bu ilân, bir reklam olarak algılanıp, Türkiye kamuoyunda tepkiye neden olur. Yine de Omega’nın bu saatin akıbetini uzun yıllar araştırdığı anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti ise yakın geçmişe kadar, Çanakkale muharebelerinde Mustafa Kemal’in hayatını kurtardığı düşünülen bu saatin akıbetini öğrenmek için Almanya dâhil birçok ülkede araştırmalar yapsa da henüz bir sonuç alınamamıştır.

Kaynaklar

Artemis Yagou, Novel and Desirable Technology: Pocket Watches for the Ottoman Market (late 18th -mid 19th c.), Journal of the International Committee fort he History of Technology, 24 (2018/2019), ss. 78-107. 

David Thomas, « Une autre Genève dans l’Orient »La Congrégation genevoise         d’Istanbul au xviiie siècle”, L’Horloger du Sérail, Aux sources du fantasme oriental chez Jean-jacques Rousseau, Institut français d’études anatoliennes, (https://books.openedition.org/ifeagd/1504)

Feza Çakmut, “Topkapı Sarayı Müzesi’nde Bulunan Saatler”, Topkapı Sarayını Anlatmak, İstanbul 2018, ss.290-309.

E. Jaquet, “Horlogers genevois à Constantinople au xviie siècle”, Journal Suisse de l’Horlogerie, 1948, ss. 241-244.

Mevlüt Çelebi, “Conkbayırı’nda Atatürk’ün Hayatını Kurtaran Saat”, Belgi, Sayı 16 (2018), ss.744-759.

Otto Kurz, Sultan İçin Bir Saat: Yakındoğu’da Avrupa Saat ve Saatçileri, (çev.Ali Özdamar), Kitap Yayınevi 2005.

Serpil Çelik, Topkapı Sarayı ve Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonlarındaki Cep Saatlerini Süsleyen Resimlere Bir Bakış, Bursa Uludağ Üniversitesi, 2020.

https://horlogerie-suisse.com/abraham-louis-breguet-et-la-turquie/

Doç. Dr. Özhan KAPICI

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi

Basel Üniversitesi Misafir Öğretim Görevlisi

T.C. Milli Bakanlığı Okutmanı

  

1.png

 

Jean-Louis Richter (1766-1841) ve Aimé-Julien Troll (1781-1852) imzalı sekiz günlük çift kasalı "Türk saati”; Cenevre’de 1810 civarında altın üzerine emaye işlemeli.

 

2.png

 

Breguet’nin Osmanlı Sultanları için tasarladığı özel saatler

 

3.png

4.jpg

Breguet’nin Osmanlı saray mensupları için yaptığı bir başka özel tasarım saat

5.png

 

Auguste Courvoisier & Cié imzalı Abdülmecid Portreli cep saati, kasaları ve mineli zarfları da Cenevre’de imâl edilmiştir. 

6.png

Longines’nin Sultan Abdülmecid ve Ayasofya temalı, altın kasalı ve süslemeli cep saati

7.png

 

 

8.png

Sultan Abdülaziz portreli İsviçre cep saatleri (Topkapı Sarayı Müzesi)

 

9.png

Jules-Louis Audemars’ın Osmanlılar için yaptığı altın kasalı saatlerden bir örnek

10.png

1880’lerden altın kasalı çift taraflı Cenevre yapımı Osmanlı cep saati

 

11.png

 

 

12.png

 

Mine İşlemeli Bir İsviçre yapımı Osmanlı Cep Saati Kasası

 

 

 

13.png

Hesperus marka gümüş kasalı bir Osmanlı cep saati

13.png

Longines’nin Osmanlı pazarı için ürettiği özel tasarım saat, hem Avrupa’daki saati hem de Osmanlı’daki saati gösteriyordu.

14.png

Billodes marka (bugünkü Zenith) Osmanlı saati ve hareket mekanizması

15.png

Splendid cep saati16.png

Sonor çift zamanlı cep saati hem Türkiye’deki hem de Avrupa’daki saati gösteriyordu

15.pngDumont Guinand’ın Osmanlı pazarı için ürettiği altın kasalı saatlerden bir örnek

18.png

İzmir Saat Kulesi’nin maketi; Topkapı Sarayı koleksiyonu arasında yer alan bu çok özel saatin kulesindeki tepesindeki 4 saat, İsviçre cep saatleridir.

 

 

 

 

Bu haber toplam 2355 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum